Uzun süredir unuttuğumuz ‘Derin Devlet’ olgusu, Cizre olayları ile yeniden gündemimize geldi.
Türk toplumu, fazla derinlerde olduğu için ‘Derin Devlet’ olgusunu bir türlü yeterince anlayamadı.
Fil’in hortumunu tutan da, bacağını tutan da kendine göre bir fil tarifi yaptı.
Eskiden Derin Devleti; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ve Genelkurmay içinde örgütlenmiş rutin dışı yapılanmalar olarak algılardık.
En azından çoğumuz böyle düşünürdük.
Milletine, milletin seçtiği hükümetlere güvenmeyen, unsurların nefesi hissedilir, bedeni görünmezdi.
Zaman içinde Derin Devlet o kadar profesyonel hale geldi ki;
Derin Devleti tasfiye eden, yine Derin Devlet oldu.
Daha doğrusu; devlet refleksi, derin devlet suçlaması ile derin devlet tarafından bloke edildi.
İş o kadar ileri gitti ki;
Türk ordusunun Genelkurmay Başkanları, ‘Terör örgütü’ kurmakla, hayatı boyunca, ‘Faşist’ olmakla suçlananlar da, ‘Sol terör’ örgütü kurmakla suçlanarak hapise atıldılar.
Yazılmayan kitaplardan bile hesap soracak kadar pervasızlaşan derin güçler, Türkiye’yi hipnotize etmeyi becerdi.
O kadar büyülendik ki; doğru/yanlışı ayırt edecek muhakeme damarlarımız bile tıkandı.
Bu filmin tekrarlanmasına müsaade etmeyelim;
Başta Cizre olmak üzere bazı yerlerde meydana gelen olaylarda, “Derin bir el var” tanımlamaları yapılıyor.
Gerçekten böyle derin bir el var mı, yok mu bilmiyoruz ama en güçlü mantık, en basit olanıdır.
PKK madem tabanına hakim olduğunu her fırsatta bir övünme meselesi yapıyor;
Öyle ise sürece yönelik her çatlağın hesabını da yine PKK vermeli.
Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın, “PKK’nın bazı unsurları, Kandil’e nanik yapıyor.” sözleri yeterince açıktır.
Devlet, kendi içindeki derin devletle mücadelesini bitirmemişken, bir de PKK’nın derin yapılanmasını mı halletsin.
O kadar da değil artık!
Talat Atilla/Güneş