Halen görevde olan çok önemli bir polis şefi ile görüştüm. Anlattıkları bilgiler kanımı dondurdu. “Bunları yazabilir miyim?” soruma, “Yazma istersen!” dedi. Bu sözler Ankara dilinde, “Yazabilirsin” demektir. Aksi olsa, “Sakın yazma!” denir, doğal olarak biz de yazmayız. Ankara’nın karışık diplomatik dilini bir kenara bırakarak, konuya geçelim.
Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah ve yardımcısı Naim Khasım, kısa süre önce İranlı yetkililer ile Irak'tan Mehdi Ordusu yetkililerinin de katıldığı çok gizli bir toplantı düzenlemişler. Toplantıda dünya çapında faaliyet gösterecek bir yapılanma üzerinde durulmuş. NATO’nun gizli ordularının, bir benzerinin İran için kurulması kararı oy birliği ile kabul edilmiş.
Devrim Muhafızları aslında, çekirdeklerinde, bu potansiyeli ve harekât tarzını hep barındırdılar. Suriye olayı ise tetikleyici oldu.
Bu gizli toplantıda alınan en kritik karar, Suriye rejimine nefes aldırmak için bu yeni gücün harekât alanlarından birinin Türkiye olması. Toplantıda özellikle Türkiye’nin turistik bölgelerinde eylem yapılmasının karara bağlandığı belirtiliyor.
Türkiye’ye ayrı bir pragrafın açıldığı gizli toplantıda, PKK’dan doğan boşluğun Türkiye’yi rahatlatmasına müsade edilmemesi kararının da çıktığı belirtiliyor.
Güvenlik güçleri, Türkiye’de irtibatların kurulmaya başlandığını da tespit etmiş durumda. Devletin ilgili birimleri bir yandan Mehdi Ordusu’nun Türkiye bağlantılarını çökertmeye çalışırken, diğer yandan Mehdi Ordusu’na hangi yöntemle cevap verileceği üzerinde duruyor.
Özetle, Türkiye'nin ürettiği stratejiler, komşularında yeni tehdit güçleri oluşmasına sebeb oldu.
DEVLET SUÇU
Ziya Özel’den, Mehmet Öz’e kadar, dünyaca ünlü, onlarca doktorumuzu, çeşitli nedenlerle Türkiye’den kaçırttık. Türkiye’de kalanları öğütmek için de, elimizden geleni yapıyoruz.
Son örneği, Op.Dr. Hasan Yıldırım…
Dalında Türkiye’nin en tanınmış hocalarından, on binlerce hastayı ameliyat eden, başhekimlik yapan bir uzman doktora, devlet gücü, kişisel tatmin için kullanıldı, yapılmadık eziyet ve baskı kalmadı.
Prof. Dr. Nihat Tosun’un Müsteşarlık görevine gelmesinin ardından, Op.Dr. Hasan Yıldırım, asistanlarıyla birlikte açığa alındı.
Mızrak çuvala sığmadı, masum olduğu anlaşılan hoca görevine yeniden döndü.
Yıldırım’ın üzerine bu sefer de müfettişler gönderilerek kliniği dağıtıldı. Bu da yetmedi! Savcılığın dava açması için müfettişlerin fezlekeleri gönderildi ama savcılık, “Suç unsuru yok” diye takipsizlik kararı verdi.
Bakanlığı, savcının bu kararı da durduramadı!
Dr. Yıldırım’ın elinden tüm yetkileri alındı, kliniği dağıtıldı.
Bu kadarı yeter diyorsanız, yetmedi!
Eziyet, aralıksız devam etti ve Dr. Yıldırım’ın gururunu kırmak için yetkileri, eski asistanına verildi.
Hasan Yıldırım’ın hastalarına malzeme alınmadı. Hastalar bu durumu, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlığa şikâyet etti ama suçlu olanlara yükselme, mağdur olanlara ceza verildi.
Müfettişler yine durmadılar!
El çabukluğu ile hocaya maaş kesme cezası ve savcılığa suç duyurusu yapıldı.
Kısa süre önce Bölge İdare Mahkemesi Hasan Yıldırım’ı yine suçsuz buldu. Görüyorsunuz değil mi? Sağdan da, soldan da baksanız tam bir Çin işkencesi. İnsani bakmayı bir yana bıraksak, sırf yargı kararlarını dikkate alsak, o da yetmedi aklımızı, daha da olmadı, vicdanımızı ölçü yapsak, Dr. Hasan Yıldırım yine masum çıkıyor…
Peki, bu işkence neden?
Söyleyelim; Kişisel husumetten…
Bu yazı, Başbakan Erdoğan ve Sağlık Bakanı Müezzinoğlu’nun önüne gittiği zaman vicdanları sızlayacak mı, işte bunu merak ediyorum.
Yazılarımdan rahatsız olanlar çeşitli yöntemlerle sıkıntı çıkarmaya çalışıyorlar ama bu ağır işkence sürdüğü sürece bin yıl aynı konuyu yazmaya devam edeceğim.
Böyle biline…
CNN TÜRK ANALİZİ
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın çıktığı CNN Türk ve Kanal D ortak yayınında her şeyden önce konuk seçiminde bir tuhaflık vardı.
Doğan Gurubu, her yayın organından bir kişiyi ekrana çıkarıyorsa, Radikal niye yoktu? Şayet temsilciler çıkıyorsa, Metehan Demir niye yer almadı?
Her yayın organından bir kişi çıkıyorsa, Hürriyet’ten niye iki kişi vardı?
Hadi her şeyi görmezden gelelim, temsilcilerin yanında genel yayın yönetmeni ne arıyordu? Sanırım Berberoğlu, bu tuhaflıkların farkındaydı. Bu yüzden tutuk ve “Burada neler oluyor?” havasında, yayına konsantre olamadı.
Hande Fırat, doğal olarak gündem konusu olan İmralı görüşme süreciyle başladı. Erdoğan’a önce Fırat, sonra da Enis Berberoğlu direkt sorular sıralamaya başladılar. Bu sırada Posta Gazetesi Ankara Temsilcisi Hakan Çelik, araya İsrail’le ilgili çok alakasız bir soruyla girdi.
Hande Fırat bu ilk soruya “ya sabır” çekse de, Çelik’in ikinci kez konunun akışını bozma girişimine müdahale etti. Program, bu yönüyle gizli iç gerilimlere sahne oldu.
Fırat&Berberoğlu ikilisi Erdoğan’a “Ver başkanlığı al özerkliği” gibi kafa sorular sıralamaya devam etti.
Ertesi gün gazetelerin manşetlerinde de bu sorulara verilen yanıtlar yer buldu.
Taha Akyol, “Öcalan hidayete mi erdi, ne verdiniz de böyle oldu?” gibi iyi bir soru sorsa da, mimikleri ve Erdoğan ağzını açar açmaz onaylayan tavırlarıyla izleyiciye güven vermedi.
Hakan Çelik ise daha önce defalarca Kanal 24 ve ATV’de gördüğümüz sade suya tirit, çanak çömlek sorularıyla, Erdoğan’ın ağzından tek cümle haber değeri taşıyan bilgi alamadı. Alamadığı gibi, Erdoğan da program boyunca gerçek sorular soran gazetecilerle diyalog yaşadı.
Ne düşman, ne dost, sakin ve komplekssiz soru ve duruşuyla Hande Fırat’ı beğendim, Çelik ve Akyol’u beğenmedim. Ensesine silah dayanmış gibi duran Berberoğlu ise hiç gününde değildi!
FATURA ARINÇ'A!
İsrail resmi açıklamayla değil, “alo” yöntemiyle özür dilemiş olsa da, Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu bu işten büyük bir siyasi kazanım elde ettiler.
Ancak Erdoğan ve Davutoğlu konunun eziyetli yönünden kendilerini ustalıkla sıyırmış gözüküyor.
Mavi Marmara’da hayatını kaybedenlere tazminat ödenmesi için oluşturulan komisyonun ve sürecin sorumluluğu Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a ihale edildi. Son günlerde Erdoğan’ın açıkça “yanlış yapmıştır” dediği Arınç’a işin sıkıntılı kısmı kaldı. Tazminat miktarında pazarlık, sonrasında başlayacak ‘9 canın bedeli bu mu?’ gibi tartışmaları göğüslemesi gereken hep Arınç olacak.
Planlamayı yapan zekice yapmış gözüküyor.
Şapka çıkarttım!
*Bu yazı Talat Atilla’nın Güneş Gazetesi’ndeki köşesinden alınmıştır…