Profesör Richard Lynn ismini yeni duydum…
Lynn'in, “Ateistler daha zeki” anlamına gelen araştırmasından muhtemelen haberiniz vardır…
Profesör Lynn’in bu tez çalışmasını bilimsel bir kesinlik olarak algılamak, bilim dışı bir yaklaşımdır…
Zeka ile ateizm olgularını yan yana getirmek, zeka ile din arasında doğrusal ya da ters orantı kurmak yalnızca bilimsel bilginin doğasına değil, zeka olgusunun ruhuna da ters.
Zekâ, hızlı öğrenme ve öğrendiklerini günlük hayata uygulayabilme yeteneğidir.
Bir takım çevresel etmenlerin de zekâ gelişimi üzerinde etkili olduğu biliniyor…
Örneğin bol proteinli besinlerle beslenen insanlar üzerinde yapılan incelemelerde zekâlarındaki artış bize beslenmenin de zeka üzerinde etkili olduğunu gösteriyor.
Bu tarz tez araştırmalarının ideolojik ve politik duruştan bağımsız olması çok zor…
Bu tezimi doğrulayan gelişme, Lynn’in basit bir tezinin bazı ideolojik çevreler tarafından kesinlik içeren bilimsel doğru muamelesi görmesiyle ispatlanıyor…
Tez başka, bilimsel doğru başka…
Lynn’in bu tezini bilimle kucaklaşmadan öldüren temel bir yanlışı var…
Lynn, inanma refleksini gericiliğin göstergesi olarak görüyor…
‘durağanlığı savunmak’, ‘değişime kapalı olmak’ gericiliğin ölçütü ise, Anayasasında ‘değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen maddeler’ bulunan ülkeleri geri zekalı olarak mı kabul edeceğiz…
Bilimin ve bilimin aktardıklarının bu kadar kabaca yorumlanmasına Lenin ve Engels’in bile itirazları var;
Engels, 1890’da arkadaşına yazdığı bir mektupta, şöyle diyordu:
“Ne yazık ki, yeni bir teorinin ana ilkelerini, her zaman doğru bir biçimde olmasa bile, benimser benimsemez o teoriyi tümüyle anladıklarını sananlar pek sık görülüyor. Şimdilerde yeni “Marksist” olmuşların birçoğunu bu kınamanın dışında tutamam; çünkü en şaşırtıcı saçmalıklar o çevrede üretiliyor…”
Lenin ise şöyle bir açılım getiriyor…
“Zeki idealizm, zeki maddeciliğe aptal maddecilikten çok daha yakındır. Zeki yerine diyalektik idealizm; aptal yerine de metafizik, gelişmemiş, ölü, kabasaba, hareketsiz.” (Felsefe Defterleri, Sosyal Yayınları, s. 225)
Madem konu zekadan açıldı, 1400 yıl önce kainata bilim manifestosu çeken Kuran-ı Kerim’in bir kaç ayetine göz atalım...
PROFESÖR LYNN'IN DİKKATİNE
1) 21. yüzyılın başlarında olduğumuz şu dönemde, evrenin bir başlangıcı olduğu, yok iken bir anda büyük bir patlamayla var olduğu modern fizik tarafından pek çok deney, gözlem ve hesapla ispatlanmış durumdadır. Ayrıca, evrenin, materyalistlerin iddia ettikleri gibi sabit ve durağan olmadığı, tam tersine sürekli bir hareket ve değişim içinde olduğu, genişlediği de saptanmıştır.
Kuran-ı Kerim'de evrenin ortaya çıkışı şöyle açıklanır:
O gökleri ve yeri yoktan var edendir... (Enam Suresi, 101)
2) Dünya, Güneş Sistemi'ndeki gezegenler arasında en yüksek yoğunluğa sahiptir. Bu geniş nikel-demir çekirdeği büyük bir manyetik alandan sorumludur. Bu manyetik alan Van Allen radyasyon koruyucu tabakasını meydana getirir. Bu tabaka yeryüzünü radyasyon bombardımanından korur. Eğer bu koruyucu tabaka olmasaydı, Dünya'da hayat mümkün olmazdı. Manyetik alanı olan ve kayalık bölgelerden oluşan diğer tek gezegen Merkür'dür. Fakat bu manyetik alanın gücü Dünya'nınkinden 100 kat daha azdır. Van-Allen radyasyon koruyucu tabakası Dünya'ya özeldir.
Kuran'da Allah, gökyüzünün son derece önemli bir özelliğine şöyle dikkat çeker:
Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar. (Enbiya Suresi, 32)
3) Aşşağıdaki ayette dikkat çekilen bu bilgiye bilimsel kaynaklarda da yer verilmekte ve yeryüzünün yedi katmandan oluştuğu açıklanmaktadır. Bilim adamlarının sıraladığı bu katmanlar şöyledir:
1.Kat:Litosfer(su)
2.Kat:Litosfer(kara)
3.Kat:Astenosfer
4.Kat:Üstmanto
5.Kat:Altmanto
6.Kat:Dışçekirdek
7. Kat: İç çekirdek
Kuran'da yeryüzü ile ilgili verilen bilgilerden biri, yeryüzünün, yedi kat olan gökyüzüne benzerliğidir:
Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12)
4) Ayette parmak uçlarının vurgulanması, son derece hikmetlidir. Çünkü parmak izindeki şekiller ve detaylar, tamamen kişiye özeldir. Şu an dünya üzerinde yaşayan ve tarih boyunca yaşamış olan tüm insanların parmak izleri birbirinden farklıdır. Dahası, aynı DNA dizilimine sahip tek yumurta ikizleri dahi farklı parmak izine sahiptirler.
Parmak izi doğumdan önce cenin üzerinde son şeklini alır ve kalıcı yara olması dışında ömür boyu sabit kalır. İşte bu nedenle parmak izi, herkese özel çok önemli bir "kimlik kartı" sayılmakta ve parmak izi bilimi ise insanlar tarafından bilinen tek değişmez ve yanılmaz kimlik tespit yöntemi olarak kullanılmaktadır.
Ancak önemli olan, parmak izinin özelliğinin ancak 19. yüzyılın sonlarına doğru keşfedilmiş olmasıdır. Ondan önce, insanlar parmak izini hiçbir özelliği ve anlamı olmayan çizgiler olarak görmüştür. Fakat Kuran'da, o dönemde kimsenin dikkatini dahi çekmeyen parmak izleri vurgulanmakta ve bu izlerin ancak çağımızda fark edilen önemine dikkat çekilmektedir.
Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip-(yeniden) düzene koymaya güç yetirenleriz. (Kıyamet Suresi, 4)
5) Neml Suresi'ndeki ayette Dünya'nın sadece döndüğü değil, dönüş yönü de vurgulanmaktadır. 3.500-4.000 metre yükseklikteki ana bulut kümelerinin hareket yönü daima batıdan doğuya doğrudur. Hava durumu tahminleri için çoğunlukla batıdaki duruma bakılmasının sebebi de budur.
Bulut kümelerinin batıdan doğuya doğru sürüklenmesinin asıl sebebi Dünya’nın dönüş yönüdür. Günümüzde bilindiği gibi, Dünyamız da batıdan doğuya doğru dönmektedir. Bilimin yakın tarihlerde tespit ettiği bu bilimsel gerçek, Kuran’da yüzyıllar öncesinden -Dünya'nın bir düzlem olduğu, bir öküzün başının üstünde sabit durduğu sanılan 14. yüzyılda- haber verilmiştir.
Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Herşeyi 'sapasağlam ve yerli yerinde yapan' Allah'ın sanatı (yapısı)dır (bu). Şüphesiz O, işlediklerinizden haberdardır. (Neml Suresi, 88)