Şu referandum meselesinde dayatılan Anayasa değişikliklerine “Hayır” diyenler yüzde 100 haklı. Yüzde 99 değil yüzde 100 haklılar. Hiç tereddüdüm yok bu konuda… Kesin olarak bir Suriye, Mısır, Azerbaycan gibi oluyor Türkiye, çok şey kaybediyor ama halka nasıl anlatılacak?
Karşıda o kadar bağnaz, fanatik ve belki çıkarcı bir kitle var ki, iletişim uzmanları “Aman AKP’lileri kızdırmayın, kutuplaşmayı artırmayın, siyasi gerginlik yaratmayın, sivri söylemlerden uzak durun, bunun seçim olmadığını iktidarın değişmeyeceğini hep hatırlatın” gibi tavsiyeleri sık sık tekrarlıyorlar. AKP üst yönetimi de bu hassasiyeti bildiği için değişikliklerin ne olduğunu somut olarak anlatmak yerine hamaseti, suçlama yapmayı, gerginlik yaratmayı tercih ediyor. Tabi kamu baskısını sonuna kadar ihmal etmeden yaparak…
Köyün-taşranın geleneksel kültüründen kopmuş, kentin ve çağın kültürünü özümseyememiş ve oluşturamamış, ahlaken geri bir sosyolojinin siyasi oluşumu maalesef her şeye hakim… Erdoğan’a veya Yıldırım dahil AKP’nin çoğunluk üst yönetimine köylü, kentli, eğitimli, ahlaklı, dindar ya da çağdaş nitelemesini yapmak mümkün mü? Ne oldukları belli değil. Bir dindar, bir liberal, bir milliyetçi, bir bilmem ne, işlerine ne gelirse öyle oluyorlar. Tabi değişmeyen tek konu menfaatperestlik…
Diğer siyasi oluşumları ve liderlerini de benzer şekilde sosyolojik olarak eleştirmek mümkün ama konu ve sorun iktidar şu an…
Türkiye’nin bu sosyolojik aşamaları yaşaması kaçınılmazdı ama gereken hazırlık en başta eğitim konusunda yapılmadığı için çok ağır bir maliyet ödüyoruz.
Meselenin çok fazla tartışılacak yönü var ama ben bu yazımda farklı bir konuya değinerek yazımın başında belirttiğim yüzde 100 haklılık noktasına dönmek istiyorum. Çok önemli bir konuyu açıklamaya çalışacağım. Lütfen sizde asgari dikkatinizi verin, zira hassas bir konu.
Biliyorsunuz mevcut durumda KHK gibi olağanüstü durumları dikkate almazsak TBMM’de yasama yapmak 2 şekilde oluyor; 1- Milletvekilleri kanun önerirler, buna teklif denir. 2-Hükümetten kanun önerisi gelir, buna da tasarı denir. Her iki usulde de yani kanun teklifinin de, tasarısının da kanunlaşması sonuç olarak yürütme erkinin yani hükümetin istemesiyle olur. Hükümetin istemediği bir kanun normal olarak TBMM’den çıkmaz. İktidar grubu kendi içinden çıkan hükümetle uyumlu çalışarak gündem oluşturur ve hükümetin istediği kanunları yapar. TBMM kurulduğundan beri hükümetlerin istediği kanunları onlarla uyumlu bir şekilde yapmıştır.
Peki, önerilen değişiklikte yasama yapma konusu nasıl çözümleniyor? Çok önemli farklılık var.
Yasaları 2 ayrı yer yapabiliyor. 1-TBMM ve 2-Cumhurbaşkanı. TBMM kanun yapıyor, cumhurbaşkanı cumhurbaşkanı kararnamesi çıkarıyor. Ancak uygulamada her ikisi de aynı ağırlıkta metinler.
TBMM içinden bir hükümet çıkmadığı, yürütmenin denetimi çok zorlaştığı, güvenoyu mekanizması olmadığı ve yasa konusunda TBMM tek yer olmadığı için TBMM ve hükümet ilişkileri çok zayıflıyor. Hükümetin, TBMM’den kanun istemesi yerine hükümetin başı olan cumhurbaşkanının kararname çıkarması çok daha kolay ve hızlı. Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile yürütme konusunda düzenleme yapmak mümkün olduğu, bu yöntem daha hızlı ve sorunsuz olduğu için asıl yasama faaliyetini de cumhurbaşkanları yapacak görünüyor. Yürütme konuları işin çoğunluğunu oluşturuyor, TBMM’ne gerek kalmıyor.
Biliyorum buna karşı TBMM bir konuda kanun yaparsa bu cumhurbaşkanı kararnamesinin önüne geçer diyeceksiniz ama cumhurbaşkanı söz konusu kanunu geri çevirme yetkisine sahip unutmayın. Ayrıca, cumhurbaşkanının veto ettiği kanun TBMM’de hiç değişmez ise tekrarında salt çoğunluk oyuyla çıkarılması gereklidir. Yani asıl kanun yapıcı ve yasama konusunda uygulamada asıl güçlü olan cumhurbaşkanı…
İşin ilginç yanı cumhurbaşkanı kararnameleri OHAL dönemlerinde çıkarsa hemen TBMM’nin onayına sunuluyor ama normal zamanda çıkanlar için bu şart aranmıyor. Yani TBMM onayı yok…
Kafanızı karıştırmamak için madde numaraları vermedim ama merak edenler özellikle 89, 104 ve 119’uncu maddelere ve değişikliklere bakabilirler.
Tam bir rezalet!
Cumhurbaşkanı, başbakanlığı kaldırıyor yürütmenin tüm yetkilerini alıyor, yargıyı belirliyor ve kanun yapma hakkına sahip…
Yürütme cumhurbaşkanında, yargı cumhurbaşkanında ve yasama cumhurbaşkanında biz de oturmuş bu saçmalıkları tartışıyor, sağlıksız demokrasimizi kurtarmaya, haklılığımızı anlatmaya çalışıyoruz… Biz çalışıyoruz ama birisi de devlet imkanlarıyla yaptığı kampanyalarda sürekli “Rabbena hep bana” diyor. Hayır, Allah’a dua etmiyor, gücüyle alıyor. O, ne kentli, ne köylü, ne çağdaş olabilen ama eğitimsiz ve muhtaç toplumdan aldığı istismar gücüyle…
Galiba Mevlana çağları aşıp bu gün için söylemiş; “Keser gibi olma hep bana hep bana, rende gibi olma hep sana hep sana, testere gibi ol hem sana hem bana" Yaradan’ı, kanunu, geleneği, hukuku dinlemeyen Mevlana’yı mı dinler?
Bu da bizim cezamız zahir!
Neyse! Niyet hayır, istikamet hayır, akıbet hayır olsun…