Türkiye’de çok fazla yanlış bilinen ve özellikle yanlış bilinmesi istenen kavram var. Zaman zaman bunları tartışalım diye düşünüyorum, sizde onaylarsanız. Askeri vesayet, sivil anayasa, kuruluş felsefesi, ulus devlet vs. gibi. Resmi tarih kavramından başlayalım.
Bu yaşadığımız günleri bir tarihçi olarak 100 yıl sonra yazmaya çalıştığınızı tasavvur edin.
Ne yaparsınız?
Bugünün gazetelerini, internet ve televizyon arşivlerini, ulaşabilirseniz kamu kurumlarının arşivlerini alır 100 yıl ileriden bugünün önemli gördüğünüz olaylarını tespit eder, anlatır ve yorumlarsınız. Bu yaptıklarınız devlet adına ise o günün görüşüne göre, mantığına göre bugünleri yorumlarsınız. Halbuki bugün dahi yazılmayan, gözden kaçan ve gizlilik taşıyan birçok belge var. Bunlara ulaşılmadan, farklı ülkelerin ve kurumların kayıtları irdelenmeden gerçekler ortaya konamaz ve objektif bir tarih yazımı gerçekleştirilemez. Zordur objektif tarih yazmak, çünkü, bugünü yazmak zordur.
Resmi tarihin sakıncalı tarafı tarihin kazanana göre yazılmasıdır. Bu belli bir noktaya kadar anlaşılabilir de. Eğer, Bizdeki gibi yeni bir devlet kurmuşsanız, eğer topluma inanç ve güven aşılamak istiyorsanız bir yere kadar da makul bir gerekçeniz vardır ama bilim adamlığı söz konusu olduğunda bu gerekçede ortadan kalkar. Bizde resmi tarih olmasını iki sebebe bağlıyorum; ilki belirttiğim gibi Cumhuriyet dönemi için yeni bir devlet kurulması ve bu devletin çeşitli nedenlerle hassasiyet taşıması. İkincisi ise, yeterince objektif ve bilimsel tarih yazarı yetiştiremeyişimizdir.
Resmi tarih sanıldığı gibi yalnız Cumhuriyetin kuruluş yılları ile ilgili değildir. Osmanlı dönemi için de bir resmi tarihten rahatlıkla bahsedebiliriz. Aradaki fark Cumhuriyet dönemi tarihinin cari siyasette kullanılabilmesidir.
Cumhuriyet dönemi için resmi tarihten şikayetçi olanlara katılıyorum ama ilave olarak, bir de karşısında ki uçta yer alan ‘çarpıtılmış tarih’in olduğunu da belirtmek istiyorum. Maalesef bizde hem resmi tarih hem de tam karşısında ‘çarpıtma tarih’ vardır. Dikkat edin resmi tarihi yerden yere vuran bazı tarihçi geçinenler nerede ise günümüz partilerine ısmarlama malzeme sağlıyorlar.
Beni tarih okumalarında en çok rahatsız eden konu çarpıtmalardır. Çünkü, resmi tarih eksikliklerini kolayca fark ederim, ama çarpıtmalara gelince bocalarım. Örneğin, İttihat ve Terakki’yi CHP, Ahrar Fırkasını AKP veya DP gören ve bugünü eleştirmek için kullananlara şiddetle karşıyım. Tarihin güzelliğini ve büyüsünü yok ediyorlar, üzülüyorum.
Resmi tarihte en merak ettiğim konulardan biri Atatürk’ün son yıllarında, Celal Bayar’ın Başbakan olduğu dönemde İsmet İnönü’nün devre dışı olduğu halde nasıl olup ta Atatürk öldüğünde iktidarı rahatça elde ettiğidir. Bu konu ‘Atatürk ordu ve siyasete 1’inci adam olarak hakimdi ama İnönü’de Atatürk’ten sonra ordu ve siyaset kurumu nezdinde en güçlü adamdı’ gibi basit bir resmi tarih açıklaması ile geçiştirilemez.
Enver Paşa ve Almanya ilişkisi nasıl oluşmuştu? Enver Paşa nasıl akılalmaz ölçüde bir ‘Almanperest’ olmuştu?
Yine merak ettiğim konulardan biri Türk-Amerikan ilişkilerinin altında yatan gizli kararlar ve gerçeklerdir. Acaba darbeler ne ölçüde ve nasıl ABD’den etkilenmişlerdir?
Bugün Türk-ABD ilişkileri nasıl yürümektedir?
1 Mart teskeresi acaba nasıl yazılacaktır? Tayyip Beyi olayların gelişimine göre teskerenin çıkması için mi yoksa tersi bir çaba içersinde mi gösterecekler?
Tarih her gün oluşuyor, yazılıyor ve çarpıtılıyor. Tarih sadece emirle yazılmıyor, cahil ve subjektif beyinlerce de yazılıyor.
Geçmiş de olanları gerçekçi, ders alınabilecek bir şekilde ortaya koyamayan, geçmişten tecrübe edinemeyen toplumlar geleceklerinden emin olamazlar. Tarih geleceğin aynasıdır.
Asla, Rusların Yeşilköy’e, İngiliz ve Fransızların Çanakkale’ye, Yunanlıların Polatlı’ya kadar geldiklerini unutmayacağım.
Resmi ve çarpıtma tarihimiz maalesef var ama ben bunlardan daha çok sorun olarak tarih okunmamasını, tarih bilincine sahip olunmamasını görüyorum. Okuyan nasıl olsa bir gün gerçeğin farkına varır, değil mi?