Çocuklar okula, ebeveynler işine..
Ne çok iş vardır yapılacak. Okullar akşama kadardır. Eve geldikten sonra çocuklar; yemek yer, ödev yapar ve bir köşeye çekilir. Ebeveynler, uzun çalıştıkları gününü tamamlar ve zihinleri dolu eve girer. Sofra hazırlanır ve toplanır, ev düzenlenir, duş alınır ve uykulu bir şekilde koltuğa oturulur. Günleri kendilerine kalmayan aile üyeleri, birbirlerine gecelerini veremez.
Evin içi bireyler topluluğudur..
Evin içinde paylaşılan saatlerde, birisi telefona bakar diğeri televizyona. Kimi mutfaktadır, kimisi odasında. Herkes kendi başına, diğer aile üyelerinin onu yalnız bırakmasından şikayetçidir ve bir başınalığına üzülüyordur. Kimsenin kimseden haberi yoktur.
İç içini yiyenler, kelime sarf etmeye mecal bulamayıp susar..
Sağında yorgun ve sinirli bir baba vardır. Solunda sürekli ayağa kalkıp oturan bir anne vardır. Kardeşi, masa başında ödev yapıyordur. Ablası, bir arkadaşını arayıp konuşuyordur. Bütün aile fertleri aynı anda, aynı yerde toplansa belki gücünü toplayıp “yeter” diyebilecektir.
Bazı sarılmalar, beklemeye değer..
Bekler.. Bir akşam, iki akşam, üç sabah, dört gün, bir ay, iki yıl ve büyür. Bir kere bile ona sarılmayan ev halkından ayrılarak üniversiteye başka şehre göçer. Öyle nasırlaşır sarılmaya hasret kalmaları. Nasıra dokunan bir görüntü, canını acıtır. Mesela; sokaktaki kafede bir anne, evladının gözlerinin içine bakarak muhabbet etmektedir.
“Bana bağırma”..
“Birisi de çıkıp sarılsa” diye bağıran iç sesini susturur. “Önüne bak” der kendine. “Yürü ve işine bak” diye devam eder.
Tutsaklık bu..
O eksik kalan tarafa, akıl ve kalp kayıp kayıp durur. Odaklanması gereken günlük sohbetler, dersler veya görüşmeler başka yerdedir. Kendisi, yürüyen bir bedendir. Yani ruhu, eksik kalan aile bağlarının tutsağıdır.
Ortaya çıkan, amaçsız ve anlamsız bir hayattır..
Ruhu can bulmadıkça, oradan oraya gezen biri vardır. Bu kişi, üniversiteyi bitirir ve mesleğini icra eder. Evlenir ve çocuk sahibi olur. Fakat hiçbir zaman burada yoktur.
Ne kaldı geriye?..
Huzursuzluk, değersizlik, dalgınlık, tatsızlık, tükenmişlik, güçsüzlük, yetersizlik, köklenememe ya da bağlanamama vs.
Ailesi nasıl olsaydı, bu insan canıyla kanıyla bu hayatta olurdu?..
Bu sefer beraber düşünüp bir sonraki yazıda buluşalım mı? Yorum bırakabilirsiniz.