Nasıl geçen hafta mecburen terör konusunda yazdıysam bu haftada aynı şekilde terörü yazmak zorunda hissediyorum kendimi. Biliyorum bıktık, bıktık ama başka bir şey düşünemiyoruz, konuşamıyoruz ki… Bütün toplum canlı bomba bekliyor; “Patlatmış mı, nerede, kaç ölü? Vah, vah!” Her gün şehitler geliyor ama artık onlar kimsenin dikkatini çekmiyor… Güvenliği olmayan insan, toplum, daha ilerisi devlet olabilir mi? Görüyorsunuz, sokaklar, caddeler, işyerleri, cafeler terör korkusuyla önemli ölçüde boşalmış… (Saray adamları trafik sorunu çözüldü demişler…) Köprüde yakıtı bittiği için terk edilen otomobil tüm İstanbul’u ve medyayı meşgul etti, Ankara’da AVM’ler ihbarlarla boşaltıldı, en ufak gürültüde insanlar yerlere yattı, FB-GS derbisi iptal edildi, artık toplum mantığını yitirdi. Bombaya maruz kalan sadece canımız değil ki, yatırımlar, ekonomi ve geleceğimiz de bombalanıyor… Ayrıca terör olmasa da kentlerimiz kuralsızlıktan yaşanacak durumda değil ki… Böyle durumlarda devlet aklına ve devlet adamlarına ihtiyaç her zamankinden fazladır…
Siyasetin kralı Cumhurbaşkanımız Erdoğan, böyle bir ortamda dahi siyasileri, parti liderlerini aynı masa etrafında toplantıya davet edemedi. Hala kutuplaşmayı teşvik ediyor, hala PKK dışında da birilerini çok şiddetli şekilde suçluyor ve siyasi gücünü artırmaya çalışıyor. Maalesef, Cumhurbaşkanı-Başbakan oldu, 14 yıl Türkiye’yi yönetti ama hala devlet adamı olamadı. Evet, dediği gibi farklı bir cumhurbaşkanı oldu ama ne vasat bir cumhurbaşkanı ne de vasat seviyede dahi olsa bir devlet adamı olamadı… Hatırlıyorum, Cumhurbaşkanı olarak katıldığı ilk 29 Ekim’de “Allah’a şükür kimliklerimizle yaşamaya başladık” gibi bir laf etmişti. Küresel güçlerin mühendislikleri doğrultusunda sanki kimliklerimizi bilmiyor muşuz gibi Türkiye’yi alt kimlik arayışına sokan ve ayrıştıran politikalar ona aittir. Sanki daha önce kimliğimiz yoktu. Bugün gelinen noktada kimlikle yaşayanlar Kürtçüler ve bazı cemaat mensupları, iktidar yanlıları ve diğer taraftan kimlikleri ile devlet nezdinde teşhir etmeye çalışılanlar ise aleviler ve muhalifler… Kimi kandırıyoruz; kimlik diyerek ruhen, gönül olarak bölündük ve tüm mensuplarını vatandaş olarak bilmesi gereken devlet, vatandaşlarını alt kimlikleriyle tanıyor… Bundan daha rezil, sorunlu bir devlet anlayışı olur mu? Şimdi birlik-beraberlik nutukları atıp duralım… Hangi birlik ve beraberlik? Hangi kimlik altında? Sünni birliği mi, Kürt birliği mi, Alevi birliği mi, Laz birliği mi? Neden Türk birliği diye sormuyorsun demeyin çünkü, artık Türk yok, yörük, Türkmen, sünni, alevi, Zaza var ama Müslüman yok, Türk yok, vatandaş yok… Dolayısı ile Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik-beraberliği de yok… Anladınız mı?
Çıkmış Batıya “O beslediğiniz yılan (PKK) sizi de sokar bir gün” diyor. Kim besledi, sen beslemedin mi? 3 yıl operasyon yaptırmadın PKK’ya karşı… Yığınak yaptılar, bizi kandırdılar diyen sen değil misin? Batılılar, Bizim kadar sen de besledin o yılanı dese ne diyeceksin? Çıkmış muhtarlara “300 şehit vermemizin faydası da oldu, bu toprakların vatanımız olduğunu bildik” diyor. Çıkmış millete “Tayyip Erdoğan gitsin demek, tek devlet yıkılsın demektir” diyor. Yarabbim, aklımıza mukayyet ol!
Devlet konuşma yapılarak, nutuk çekilerek yönetilmez…
ABD veya Alman Büyükelçilikleri bombalı saldırıları önceden bildiriyor ve kendi vatandaşlarına yönelik tedbirler alıyorlar, bizim yöneticilerimiz onlara, terörü teşvik ediyorlar diye kızıyorlar. (Saray gazetelerinin İstiklal patlamasının olduğu Cumartesi başlıklarına bir bakın lütfen) Almanlara İstanbul Valisi epey söylendi ama adamların dediği gibi çıktı. Belki de bizim istihbarattan, MİT’ten aldıkları bilgiyle Alman Konsolosluğu’nu tatil ettiler ama bizimkiler, bizim vatandaşlarımız için gereken önlemi almayı beceremediler. İnsanın ağırına gidiyor… Ha! İstanbul Valisi bir de Almanların uyarısı için, “O istihbaratla bugün gerçekleşen olay (İstiklal Caddesi Patlaması) arasında doğrudan bir bağlantı yok” gibi komik ve üzücü bir açıklama yapmış. Ne diyeyim!
RTE’ye el-pençe duranlara sesleniyorum; “Analar ağlamasın, çocuklarımız ölmesin” dediniz kimseyi konuşturmadınız dün, bugün biriniz “Analar ağlamasın, barış olsun” deyin de hemen linç etsinler sizi… Bu gün biri çıkıp analar ağlamasın barış olsun diyebilir mi? Ne derse kayıtsız-şartsız inanıyorsunuz… Bu mu insan olmak?
Kılıçdaroğlu’nun bir sorusu var; “Türkiye Cumhuriyeti en kötü koşullarını mı yaşıyor ki Cumhuriyet tarihinin en kötü günlerini yaşıyoruz?” Kesinlikle en kötü koşulları yaşamıyoruz ama en kötü lider kadrosuyla yönetiliyoruz…
Barışa, çözüme inanıyorum ama RTE ve PKK’ya inanmıyorum, dün de bugünde... Bana kızıyorlar neden birlik beraberliğe ihtiyaç olan böyle bir zamanda Cumhurbaşkanı’nı eleştiriyorsun diye. Nasıl eleştirmeyeyim? Bu kadar sıkıntı var hala siyasi parti liderlerini gelin bu ay-yıldızlı bayrak altında aynı masada toplanalım, dosta düşmana imrenilecek bir görüntü verelim diye çağırmadı. Hala her gün her fırsatta konuşuyor ve nefret saçıyor. Kah Batıyı, kah muhalefeti suçluyor, bir gün bir kere olsun görev benim görevimdi, sorumluluk bendeydi diyemiyor. Bu kadar rezalet yaşıyoruz tek bir sorumlu yok. Üstelik sorumluluk muhalefete yükleniyor. Bu anlayışla sorun mu çözülür, devlet mi yönetilir? Bu ortamdan bile istifade ederek başkanlık sistemi siyaseti güdülüyor. Aptallar ve ahlaksızlar ülkesi yapılmak isteniyoruz, yeter artık!
RTE, bu yazıyı yazdığım Pazar akşamı yine konuşmuş, basit siyaset yapmış, eğitimdeki başarısızlığı Gülen Cemaatinin üzerine yıkmış ve yeni bir dönemin müjdesini vermiş… Terör dolayısıyla yine birilerini suçlamış… Sanki derbi ertelenmemiş, bir gün önce canlı bomba patlamamış, toplum korkudan eve kapanmamış, bundan dolayı iktidarın ve kendinin sorumluluğu hiç yokmuş gibi… Şu yine birlik-beraberlikten uzak cümlelere bakın; “El hayru fî mâ vaka’a, her olanda hayır vardır. Dershane meselesi diye çıktığımız yolda tarihimizin en büyük ihanet şebekelerinden birini deşifre ettik ve bertaraf ettik. Eğitimi öğrenci formatlama olarak gören zihniyetlere karşı mücadelemiz zorlu geçti. Gençlerimiz ana sınıfından üniversite eğitiminin sonuna kadar 17-18 yıllık bir süreçten geçiyor. Elbette ilim neredeyse gidip alacağız. Bunu yaparken kendimizden kopmayacağız. Önümüzdeki dönem farklı bir dönem olacak.”
İnşallah önümüzdeki dönem farklı bir dönem olur…