Japonya’da Prada mağazasını yöneten Bovrisse isimli yönetici şöyle diyor, “Tepe yöneticimiz Davide Sesia, ‘yaşlı, şişman, çirkin, iğrenç ya da Prada’nın imajına uymayan’ 15 kişiyi işten çıkarmamı istedi.”
Bu yazıyı okuyunca geçmiş yıllarda Dinç Bilgin’li anılar geldi aklıma.
Yazmasam, vicdanıma ihanet edeceğim.
Dinç Bilgin’in kudretinin zirvesinde olduğu yıllar…
Kendini insanüstü, özel, muhteşem bulduğu zamanlar...
Başçavuşun karşısında esas duruş, başvekilin yanında ayak ayak üstüne attığı yıllar…
Gözlerinden kibir, ağzından alev akıttığı yıllar…
Dinç Bilgin Sabah binasından çıkmak üzeredir…
Tam kapının önüne geldiğinde bir Sabah çalışanı Bilgin'in önünde biraz da eğilerek saygıyla selam verir…
Dinç Bilgin, bu çalışanının kendisine selam verecek cesaretine fena içerler.
Öyle ya; Bir tarafta kendini yarı tanrı (haşa) gören biri, diğer tarafta küçük bir aylığa talim eden zayıf, çelimsiz bir fani.
İğreti bir bakış fırlatır o faniye, fazlasına tenezzül bile etmez.
Dinç Bilgin kendisini arabasına zor atar.
Ertesi gün kendisine selam veren adam artık Sabah çalışanı değildir.
Bilgin’in talimatı ile işine son verilmiştir.
Dinç Bilgin’in bir başka özelliği de, çirkin ve kısa boylu olanlara karşı nefretiydi.
İdari müdürüne verdiği şu talimat “Schindlerin listesi” ni aratmayacak türdendi;
“Çirkin ve kısa boylu olanları ya gözüm görmesin, ya da işten atın…”
Dinç Bilgin Sabah koridorlarında göründüğünde, ne kadar kısa boylu ve çirkin (!) çalışan varsa çil yavrusu gibi dağılırdı.
Aradan zaman geçti, bir hayli zaman.
Ve gün geldi, felek de Dinç Bilgin’i dağıttı.
Çukur gözleri sıkıntıyı tanıdı.
Kaybetti…
Zaman yine akıp geçti...
Gözlerini uzun uzun tavanda dolaştıran Dinç Bilgin, “Buldum!..” çığlığı ile ayağa kalktı.
Bulduğu ya da ürettiği kağıt parçası ile mahkemeye koştu…
Türkiye’de, belgelere, duruma göre itibar edildiğini bilecek kadar zeki bir adamdı Dinç Bilgin.
Yine yanılmamıştı.
Sabah’ı Ciner’in avuçlarından koparmayı becerdi.
Kötülüğün gücüne olan imanı, bir kez daha tazelendi.
Çukur gözlerine intikam doldu, rahatladı.
Aradan zaman geçti…
Tüm kötülük bağımlısı insanlar gibi durmadı, duramadı…
Düşündü, taşındı, itiraf makinesi olmaya karar verdi.
Rutin itiraflarının güce hükmedenlerin işine gelmesi yeterliydi Dinç Bilgin için.
Zorlanmadı...
28 Şubat'ta askere yaptığını, sivil iktidara yapacaktı...
Açık itirafçı olarak sahne aldı.
Her ne kadar 3. sınıf aktörler gibi yaptığı rol sırıtsa da, yine de hatırı sayılır bir gişe yapmayı başardı.
Recep İvedik'i baş tacı yapan kalabalıkların, seçici olmayan, çabuk ikna olan vicdan damarını iyi biliyordu.
Ezdiği iyileri, iyi tanıyordu.
Eliyle koymuş gibi o damarı buldu.
Bu topraklarda itirafların yaratacağı sihiri biliyordu.
Tuttu...
Bırakın hafiletici neden olmasını, neredeyse, "Ne sıkıntılar çekmiş bu zavallı" dedirtti bize.
O meşhur kibirinin başına iş açmaması için, bu duygusunu bir süreliğine gömmek zorundaydı.
Gömdü…
Kibirini gömdüğü yerden çıkarması için her hangi bir işarete, Hansel/Gratel gibi ekmek kırıntılarına da ihtiyacı yoktu, sol tarafındaki et parçasının yerini iyi biliyordu!
Konuştu, konuştu, bir daha, bir daha…
İtiraf etti, yeniden, yeniden…
İnandırana kadar da devam edecek.
Amacı; AK Parti iktidarının kendisini yeniden gazete sahibi yapacak alanı açması...
Gerdan bükmeleri, plastik samimiyeti, sahte pişmanlıkları tam da bu yüzden.
Gazete sahibi olduğu gün, Dinç Bilgin’in gözlerine yeniden bakın…
Çukur gözlerine bağdaş kuran bir Melek olmayacak!