Siyasetin hay-huyu arasında dikkatimizden kaçan, aslında önemli olduğu halde konuşamadığımız o kadar çok konu oluyor ki… Önemli konularımızın başında da toplumsal sorunlarımız var. Aslında siyasi olduğunu sandığımız sorunlarımızın hemen hepsi de sosyoloji ile ilgili. Geçenlerde Radikal’deki köşesinde Binnaz Toprak’ın yazdığı bir yazıya istinaden sizlerle tartışmayı arzu ettiğim bir çok konu çıktı ama yoğun gündemden dolayı yazamadım. Bu gün sizlerle paylaşmak ve görüşlerinizi almak istiyorum. Araştırmaları ile kamuoyunun dikkatini çeken Binnaz Toprak Hoca 22 Kasım tarihli yazısının en can alıcı bölümünde şöyle demiş;
“İki yıl önce Anadolu kentlerinde yürüttüğümüz araştırmada en sık duyduğumuz şikâyetlerden biri, görgülü eşraf ailelerinin birer birer ayrılmasıyla kentin dokusunun bozulduğu, sosyal yaşamın muhafazakârlaştığı, farklı olana karşı hoşgörüsüzlüğün arttığıydı. Anadolu’da giderek azalan laik yaşam tarzını benimsemiş ailelerle birlikte, şehirli Müslümanlık da kayboluyor diye düşünüyorum.
Ben de çocukluğu ve gençliği Anadolu’da geçmiş biri olarak “şehirli Müslümanlık”ın ne demek olduğunu iyi bilen biriyim. Anadolu’daki ramazanları, bayramları, bayram sabahlarını, misafir heyecanını asla unutamam. Benim için çok özel ve beni ben yapan anılardır. Bu anılarda görgülü, köklü, örnek ve yardımsever aileler ve kişilerde vardır. Ancak, “şehirli Müslümanlığı”nın bu yaşadıklarım olduğunu asla düşünmüyorum. Çünkü, taşrada yaşadığımız yerler köy değildi ama şehirde değildi ki “şehirli Müslümanlık” olsun. Köyle şehir arasında geçiş dönemiydi. Geleneklerimiz henüz ölmemişti. Benim çocukluğumun Anadolusunun da anlamlı, büyülü ve saf bir güzelliği vardı. Paylaşımcı, yardımsever bir ruh vardı. Şehirler şimdi oluşmaya başladı. Acımasız, ruhsuz, teknoloji ve elektronik yoğunu insanı boğan, egoist şehirler şimdi ortaya çıktı. “Şehirli Müslümanlığı”nın da şimdi oluşması lazım. Yani gerçek anlamda bir “şehirli Müslümanlığı”na şimdi ihtiyaç var. Çünkü, İslam aynı zamanda medeni bir dindir ve henüz medeni yani şehirli olamadığımız için türban gibi konuları sorun edip, boş yere uğraşıyoruz.
Peki nasıl olacak?
Baksanıza “süper güç” olma yolundaki, Türkiye’de Müslümanlığını ön plana çıkartarak iktidar olmuş bir parti var, ama Türkiye’nin bir Edebali’si veya Hacı Bayram Veli’si yok. Cipli veya villalı Müslümanları ise çok. Milyon dolarlara villa alan Müslüman hala ayağını lavaboya kaldırıp abdest alıyor ise henüz şehirli yani çağdaş İslam kültürü oluşturmaya başlamamışız demektir. Eğer, batılılar Müslüman olsalardı eminim şimdiye kadar hemen hepsinin evinde çok nefis abdest alma köşeleri, odaları ve düzenekleri olurdu. Şehirli Müslümanlığın ilk görülmesi gereken alan mimaridir. Mimarimizde böyle bir gelişme algılıyor musunuz? Yapılan camiler dahi 500 yıl öncekilerin taklidi ve 500 yıl öncekilerinden daha iyi değiller.
Şehirli gelenekler açısından da dip noktadayız. Bize ve kente özgü cami gelenekleri oluşmadığı gibi trafik, apartman, iş hayatı vs gelenekleri de yok. Birkaç yıl önce Ankara Kocatepe Camiinde dinlediğim bir Cuma vaazını hiç unutamıyorum. Vaiz şöyle diyordu; “Trafik kurallarına uymak sünnettir. Şimdi diyeceksiniz ki Peygamberimiz zamanında trafik mi vardı ki, trafik kurlarına uymak sünnet olsun? Evet, vardı. Deve gibi binek hayvanları trafiği vardı. Peygamber Efendimiz develere inip-binerken, sürerken hem hayvanların canını acıtmaz, hem de etrafına toz, çamur sıçratmamaya özen gösterirdi. Böyle bir peygamber bu gün yaşasa trafik kurlarına harfiyen uyardı. Onun için trafik kurallarına uymak sünnettir”
İnanın en sevdiğim vaazlardan biri budur. Şehirde yaşayan insanlara sürekli çöl ve bedevi hikayeleri anlatan hocalardan sonra böyle bir vaaz nasıl unutulmaz olmaz?
Bana göre “şehirli Müslümanlık” için daha bir fırın ekmek yememiz lazım. Binnaz Toprak Hocanın tespiti aslında bir geçiş dönemi nostaljisi.
Nasıl bir İslam kültürü oluşturacağımız konusunda hayli iddialı düşüncelerim var ama önce sizin fikirlerinizi alayım, önümüzdeki günlerde ilk fırsatta da yazarım.