Tarihini tam hatırlamıyorum ama sanırım 3-4 sene önce idi…
Sevdiğim bir gazeteci arkadaşım,”Yeni bir parti kurulmuş, genel başkanını ziyaret edelim mi?” dedi.
“Genel Başkan kim?” dedim.
“Semih Tufan Gülaltay” dedi.
Bu isme bir kulak dolgunluğum vardı…
“Nerden hatırlıyorum bu ismi?” dedim…
“Ya bir ara yasa dışı Türk İntikam Tugayı Başkanı falan dediler ya, o adam işte” dedi…
“Herif yasadışı olsaydı, parti kurdurmazlardı herhalde” dedim…
“Valla bilmiyom. Geleceksen ben gidiyorum” dedi…
“Yahu tamam. Bir kere daha bir gazeteci arkadaşımla gitmiştim ama yanı kalabalıktı. Hadi gidelim” dedim…
Gittik…
Kocatepe Camii’nin altında, Çağ Hastanesi’nin karşısında bir apartman dairesinde genel merkezleri vardı…
Partinin adını şimdi anımsayamadım…
Partiye girer girmez katı bir hiyerarşik düzen hissediliyordu…
Şık giyimli, iri yapılı takım elbiseli 4-5 kişi odalara serpilmişti…
“Sayın Genel Başkan müsait, buyurun” diye bizi uyardılar…
Gazeteci arkadaşımla beraber içeri girdik…
Semih Tufan Gülaltay tebessüm etmeden ellerimizi sıktı…
“Neler yapıyorsunuz?” soruma, “Asıl siz neler yapıyorsunuz?” diye cevap verdi?
“Anlamadım” dedim…
“Bizim işimiz vatan, siz neler yapıyorsunuz?” dedi…
Kendimi sorgulanan bir insan gibi hissettim… Rahatsız oldum…
Odada tuhaf bir gerginlik oldu…
Bana dönerek, “Birkaç yazınıza denk geldim. Aslında fena bir kalem değilsiniz ama habercilik kaygınızı öne aldığınızda hatalar da yapıyorsunuz.” dedi…
“Mesela” dedim…
“Bakın, anlayabildiğim kadarıyla bu vatanın değerlerine karşı bir sadakatiniz var. Bu tamam da, habercilik kaygısından daha önemli unsurları da göz ardı etmemek lazım. Siz biraz habercilik olgusunu fazla öne koyuyor gibisiniz. Doğruysa, yazarım refleksi her zaman doğru değildir. ” dedi…
Tanımadığım bir insanın, beni tanıdığını ima etmesi canımı sıktı… Ya da ben öyle algıladım…
“Sizin TİT Başkanı olduğunuz söyleniyor, bu doğru mu?” dedim…
“Ben meşru bir partinin genel başkanıyım” dedi…
“Oy durumunuz nedir?” dedim…
“Herkes görür” dedi…
Yeni bir soru sormaya hazırlanırken hafif bir tebessüm ederek,”Bakın, size karşı bir önyargımız yok. Beni yanlış anladınız. Yazdığım kitapları okudunuz mu hiç?” dedi…
“Hayır” dedim…
‘Hayır’ dedikten sonra hatırladım ki, önceki gelişimde kitaplarından bana vermişti. Artık bozuntuya vermedim…
3 kalın cilt kitabı bana uzattı.
“Fethullah Gülen Bahai’dir. Bunları neden yazmıyorsunuz?” dedi.
“Belgelenmeyen, inanmadığım bir şeyi yazmam” dedim…
“Dinler diyaloğunun sonunda bir Tevrat ittifakı olan Bahailiğe geçiş sürecini başlatacak, bütün dünya dinlerini bu şemsiye altında toplayacak ve Mesihliğini ilan edecek” dedi…
“Allah Allah” dedim..
“Evet” dedi..
“Bunlar Kuranın geçerliliğini ortadan kaldırmak istiyorlar” diye devam etti…
“Kanıt var mı?” dedim…
“Fethullah Gülen Said-i Nursi’nin bir sözüne atıfta bulunarak, “Bediüzzaman, ‘kainat kitabı’ vardır derken, risaleleri kastediyor. Nurcuların risaleleri öne çıkarmasının nedeni kuranın geçerliliğini ortadan kaldırmak. İşte size kanıt. Yetmez mi?” dedi…
“Yetmez. Ben bu tür sorulara muhatapların yanıt vermesinden yanayım ama ‘Kainat kitabı’ kelimesinin tasavvuftaki anlamının başka bir anlam barındırdığını düşünüyorum.” dedim.
“Söylerseniz memnun olurum” dedi…
“Sizi sıkmak istemem biraz uzun bir mevzu.” dedim.
“Rica ederim, buyurun” dedi.
“ ‘Kainat kitabı’ ifadesi Allah’ın tüm evreni kaplayan gücüdür. Kuran-ı Kerim dediğimiz zaman nasıl Allah’ın koyduğu kanunlar aklımıza geliyorsa, evrenin de Allah tarafından konulmuş yasaları vardır. Yani kainat bir nevi yaşan kitaptır.”
“Pek anlamadım” dedi.
“ ‘Kainat kitabı’ ifadesi okumayı bilenler için yeryüzünde ve gökyüzünde var olan her şey bir kitap hükmündedir demektir. Dünya boşlukta duruyor. Üstelik fırıl fırıl dönüyor ama uzaya savrulmuyoruz. Başının üstünde koca bir çınar ağacını taşıyan tohum, hangi meyveyi vereceğini biliyor. Kemik gibi sert bir ağaçtan, kadife gibi yaprak ve meyveler çıkıyor. Öldükten sonra dirilmeye inanmayanlar için de bu iyi bir örnek. Çürümüş kemiklerden nasıl ete kemiğe bürüneceğiz diyenler kış ayına bakarak kainat kitabnı okuyabilirler. Kışın tüm ağaçlar ölür. Yaprakları dökülür. Ağaçlar, aynı çürümüş bir insan kemiği hükmüne bürünürler. Kemik hükmündeki ağaçlar yazın teker teker dirilirler. İşte tüm bunlar kainat kitabıdır.” dedim…
“İlginç. Çok ilginç bir bakış açısı.” dedi…
“Şairlerden kimi seversiniz” dedi…
“Atilla İlhan ve Necif Fazıl’ı” dedim…
“Ben de Atilla İlhan hayranıyım. Tabi Ziya Gökalp’i de çok severim” dedi..
“Sizinle yine görüşmek isterim” dedi…
“İnşallah” dedim…
Semih Tufan Gülaltay’la bir daha görüşmedim…
Son operasyonda gözaltına alındığında bu anım aklıma geldi.
Sizlerle paylaşmak istedim…