Sen, karpuz gibi ikiye ayrılmış memleketin hep ötekisisin.
Soruları, gençliği, idealleri, yaşama sevinci çalınmış öğrencisin sen.
Sen Gülveren’den Çankaya İŞKUR’a cebinde iki buçuk lirayla yürüyerek giden Recep Seven’sin. Ve sen evine ekmek paranı bozdurmadan yürüyerek geri döneceksin.
Kanser tedavin için bulmakta zorlandığın ilaç derdini devletin bakanına arz edensin. Sen cebine para iliştirilensin.
Hıçkırıklarla:
‘İnsanlık konusunda bir kez daha hayal kırıklığına uğradım.. Görüyorum ki çaresizliği hiç tatmamışsınız hayatınızda. Ben dilenci değilim.’
Diyen, parayı iade edip;
Hiç utanmaması gerektiği halde o güzel yüzünü elleriyle kapatan, üniversiteli, kanser hastası Dilek Özçelik’sin sen.
Telefonunu benzin istasyonuna rehin bırakıp, on liralık benzinle kendini yakan Aksaraylı yirmi beş yaşında Nail Yılmaz’sın sen.
Sen; gençliği, ömrü, yangını, on lira edensin.
Terör örgütü kurmaktan kodeslere tıkılan İlker Başbuğ’sun. Bir koltuk olsun koca mabadına yer bulmak için, eli öpülesi anasına sövülen duayen gazeteci Uğur Dündar’sın sen.
Bekir Coşkun’sun; kelimelere gün ağartmışsın, şafak söktürmüşsün en diplerdeki izlere.. Elbizini avuçlamışsın ağlarıyla sarmış örümceklerin.
Ve ölmüşsün..
‘taharet alırken makata su kaçarsa orucu bozar mı’ diye haber yapan bir ‘gazeteye’ ‘pamuğu tıkadılar.’ diye manşet olansın.
İşsizsin sen, iş bulma ümidini yitirmiş, annesinden harçlık alan üniversite mezunu Selim’sin. Sen iki diplomasıyla fabrikada bant başında emeği sömürülen Selin’sin!
Diğer yarısının da senden, senin çektiklerinden bi’ farkı yok ama; seninki daha bi’ zor canım kardeşim.. ‘bunlarsın.’ sen. ‘şunlarsın.’
Yerine göre, ‘çöplüksün.’ ‘pisliksin.’
Sen çocuğunun önünde boğazına bıçak geçirilen, ‘ölmek istemiyorum.’ diyerek can çekişe çekişe, can veren Emine Bulut’sun.
Sen cesedi varilde yakılan Pınar Gültekin’sin.
Irmağının akışına ölmek istersin; ama uzaktan.. Almanya’dan, Fransa’dan, Hollanda’dan.. Sen Avrupa’ya kapağı atmak için Suriyeli mültecilerin arasına sıvışıp, Yunan askerlerince sınırdan geri postalanan Konyalı Yusuf’sun.
Büyük düşün.
Sen gözleri görmeyen kedi yavrusunu veterinere götürürken, şort giydi diye sokak ortasında şamar yiyen Beril Nisa Aydın’sın..
Askıdan ekmek almak ne demek hiç düşündün mü? O ayaklar yerin üstünde mi varır o poşete, yerin yedi kat dibinde mi, bildin mi?
İşte sen fukaralığı ifşa edilmiş, yüzüne çarpılmış, Yozgatlı Zeynep ablasın.
Evinde interneti olmayan, EBA’ya komşusundan bağlanmak için babasının peşinden bir heves çatıya çıkan. Düşen. Ölen;
Sekiz yaşında Çınar Mert’sin sen.
Traktörünü mazot pompasına yanaştıramayan çiftçi Yaşar abisin. Dolarla maaş almadığı halde elişini satarak çocuğunu okutmaya çalışan Elif ablasın.
Ama, dimdik değilsin.
Göz nurunu rica minnet satıyorsun.
Egede bir kayalık için damarları şişmişti hani gırtlağının. Kürt komşunla televizyon başında sabahlamıştın hatırlıyor musun?
Şimdi koca koca adalar, petrol, gaz rezervi mevzu bahis; ‘Çekil.’ diyor Yunan hükümeti, niye heyecanlanmıyorsun?
Komşusuyla, bakkalıyla, manavıyla küs; ayrışmış Remzi abisin sen.
İşte, en zoru da bu, biliyor musun?
Dört gün sonra 29 Ekim.
Üç gün sonra bir akşam vakti Gazi Paşa: ‘Efendiler, yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz.’ diyecek.
Bir taş var; dört gün sonra bir daha hiç çıkmamak üzere gediğine oturacak.
Ona her baktığında; birey olduğunu, eşit olduğunu, insan olduğunu, bütün renkleriyle aynı çatı altında bir beraber olduğunu hatırlatacak.
Tam gediğine oturmuş o taşı, sen koruyacaksın.
29 Ekimde Cumhuriyet meşalesini sen harlayacaksın. Hiç sönmeyeceğini cümle âleme yeniden sen haykıracaksın.
Varlığıyla onur duyduğum, ilham aldığım değerli ağabeyim Uğur Dündar’ın da dediği gibi:
‘İnan kardeşim kazanacağız.’
Gücünün farkında mısın ?