Başbakan mübarek ramazanda gittiği iftarlarda tepesini attıranlara Kasımpaşalı olduğunu hatırlatan imalarda bulunuyor, öfkeyle soruyor; “Senin gramın kaç, çapın ne?”
Tabii ki alkışlar, alkışlar…
Argoda ve kabadayılık dünyasında bu lafın cevabı bellidir. Karşındaki sıkıyorsa cevap verir. Muhtemelen aynı frekanstaki cevaptan sonra ise bıçaklar çekilir, yumruklar konuşur. Kabadayılık adabında böyledir. Ancak, niyet asla karşısındakini öldürmek değil, korkutmaktır. Öldürecek adam pusu kurar. Kabadayı, herkesin ortasında adam öldürüp yıllarca içeri, girmeyi kolay kolay göze alamaz. Gerçi bazen mecbur kalır, herkesin gözü önünde ya ölür ya öldürür veyahut ta dayak yer, yaralanır, kabadayılığı bırakmak zorunda kalır. Ama kabadayılıkta esas olan nam saldıktan sonra kavgasız racon kesmektir. Kabadayılar taraftarları çok olsa da, bir iki zaptiye sırf sevdiği için zaman zaman kollasa da yalnız adamlardır. Çeteleri veya sürekli yanlarında taşıdıkları kalabalıkları yoktur. Bilek ve yürek gücü ile çalışmaları esastır. Fakat, ne kadar namlı olurlarsa olsunlar bir gün ya kodesi boylarlar ya da çetelere boyun eğmek zorunda kalırlar. Çeteler ekip çalışması yapar ve kalleştirler. Asla ortalık yerde kavgaya girmezler, en azından birkaç kişi fazla olmadan, silahları olmadan…
Uluslararası ilişkilerde kurlalar kabadayı alemini andırsa da farklıdır.
Bizim Kasımpaşalı’da arkasındaki güçlere güvenip geçen yıl Esat’a karşı başlattığı dayılanmayı mecburen iki vites geri aldı ama karizmayı da çizdirdi... Bir kere güvendiği güçler “Gereksiz, zamansız ileri gittin” dedi. İkincisi Esat’ta alttan alıp, tırsmadı. O da efeleniyor. Kasımpaşalı için iş pis bir noktaya doğru gidiyor. “Uçağını düşürdüm” dedi, ses edemedi, sınırdaki Kürtleri üzerine saldı bir şey diyemedi. Daha doğrusu gereken şekilde cevap veremedi. Esat bunca baskıya rağmen dirençli çıktı. Pes etmiyor. Bizim Kasımpaşalı, kavgada istemiyor, yani savaşmakta istemiyor, kaçmakta… Tek istediği namını yürütmek… Ama Esat’ta kaçmıyor. İşte bir kabadayı için en pis durum… Al başına belayı… Halbuki racon baştan ABD ve İsrail’ce kesilmişti, Esat’ı yiyeceklerdi. Kasımpaşalı da ilk hırlaşmayı yaparak nam salmak istedi ama güvendiği dağlar onun kadar acele etmediler. Ofsaytta bıraktılar, alçaklar…
Her şey bitmiş değil. Nasılsa Esat’ın raconu kesildi, hükmü verildi. Sonuçta gidecek. Baş aşağı gittiğinde her şey unutulur, Kasımpaşalı narasını çakar; “Var mı ulan?”
Tekrar havasını yakalar…
Tekrar alkışlar, alkışlar…
Tabi terör forsunu bozmasa…
***
Değerli Hasan Tahsin, geçen yazıma yorumunda “Hiç kimse endişe etmesin bağımsız bir Kürt devleti bölgede kurulamaz. Zira böyle bir tablo Emperyalist Batının işine gelmez. Gelmiş olsaydı zaten Lozan’da kurulurdu. Atatürk'ün Türk-Kürt-Arap Federasyonu fikrini bizatihi kabul etmeyen emperyalist batı, bu tezin zeminine asla müsaade etmez” demiş.
Değerli Hasan Tahsin, 100 yıl önce “Batı”, İngiltere ve Fransa’ydı. Bu sefer ki “Batı” ABD. Lozan’ı tanımayan ABD, açık açık sınırları değiştireceğini söylüyor ve dediğini de yapıyor. Çünkü, ihtiyaçlar farklılaştı. Ayrıca, İsrail’i de unutmayalım. İkisi bölgenin asıl belirleyicisi durumundalar. Şu anda Suriye konusunda aynı safta dursak da ikili bizi güvenilmez buluyorlar ve başka bir alternatife ihtiyaç duyuyorlar. O ihtiyacı en iyi karşılayacak ülke de Barzani yönetimindeki Kürt Devletidir. Son iki yılda Güneydoğu’ya gitmiş olsaydınız artık o kadim toprakların maalesef Türkiye’den gönül olarak koparıldığını görürdünüz. Barzani Kürdistanı’nı ABD’nin ayakta tuttuğunu biliyorsunuz. Peki, niçin?
Hasan Bey, zaman zaman yazıyorsunuz ama sizin tarihsel bir perspektifle ortaya koyduklarınızı anlamayanlar ne yazık ki Davutoğlu ve Erdoğan’dır. Anlamış olsalardı Irak’ta yanlış yapmazlardı. Bu alanda çapları ne, gramları kaç, hiç düşündünüz mü?
Biri tarih romantiği bir profesör, diğeri devlet nosyonu eksik bir zoraki Başbakan! Tam bir kaht-i rical durumu…
Gelinen bu noktadan sonra bu yöneticilerle Kürt devleti kurulmama ihtimali görüyor musunuz?
***
Atlet kızlarımızı göz yaşları ile kutluyoruz. Sadece sevinç gözyaşları ile değil aynı zamanda özlem duyarak. Çünkü, yukarda bahsettiğimiz ikilinin zihniyeti kalırsa kızlarımızın atletizm başarıları sadece bir anı olarak kalacak diye de endişe ediyoruz…
Bu endişeyi duyanlar haklı mı?