Anlarım güzelden..
Anlarım yeşilin binbir renginden. Gidecek birini gelişinden tanırım. Tanırım haşır olmadıysam da; bir bahar sabahı martıyı, güvertede simit bekleyişinden.
Anlarım katığımın helalliğini, sürdüğüm ekmeğimden.
Yazıyordu bi’ şiirin mısralarında..
Resimden anlarım, diyordu sonra. Kibrit çöpünden ev yapmaktan.. Fotoğrafına bakınca güvercinin yaralı olduğunu süzülüşünden, konuşamayan çocukları şarkılarından, avuçlayıp ellerini kaçırırken; tanırım ablalarını mülteci adımlarından.
Böyle yazıyordu hatırladığım kadarıyla..
Sanırım benim şiirlerimden birinde geçiyordu bu dizeler. Ve sanırım eskiydiler epey..
Çalı diplerinin yalın bahtiyarlığını.. diyordu şair; Anlarım, yağmurda saçaklarıma sığınmış kırlangıçlardan.
‘Kendimi tutamayıp ağlayacağım sevgili Tuncay.’ dedi bir çınar. ‘Sırtımdan kanlar akıyor şu anda, ter değil..’
(Bu şiire dahil değildi, yoktu bu şiirin içinde.. Bu, iki gündür beynimin içinde, dudaklarımın ucunda, gırtlağımda.)
‘yağmurda’ diyordu şair; tanırım kırlangıçları, saçağımın altına sığınışlarından. Benimdi sanırım bu dizeler. Ve epeyce eskiydiler.
Diyordu ki şair: tanırım kırlangıçları, saçağımın altına sığınışlarından.
Hasretten anlarım mesela; bıçağı çekişini nefes nefese kınından..
Anlarım kalışımdan, susuşumdan. Akrepten anlarım; gecelerce güne ermeyişinden. / Ve çekerken narasını içimi yırtan sesimden. Hatırlarım seni, göğsümden..
Hatırlarım sonbaharın gamını, ezdiğin yapraklarımdan.
Ve tanırım hançerini.. O da tanır beni.
Sırtımdan.