Bir hafta veya 10 gün önce Türkiye’nin 67’inci partisinin kuruluş dilekçesi İçişleri Bakanlığı’na verildi. Parti Başkanı basına açıklamasında, “Sağcı değiliz, solcu değiliz, liberal değiliz, muhafazakar değiliz” dedi. Bir taraftan mevcut yapı ve iktidar, partileri tasfiye ederek ikiye indirmeye çalışıyor, diğer taraftan yeni partiler kuruluyor. Hangisi doğru?
Bazıları gibi “Mevcut partiler çok fazla 2 parti yeterli, en fazla 5 parti olmalı” diyorsanız ölçütünüz ne?
“Bundan sonra küçük bir milliyetçi, bir Kürtçü, bir dinci parti, ikide büyük kitle partisi olacak, biri muhafazakar, diğeri biraz daha liberal” diyenlere veya olmasını temenni edenlere katılıyor musunuz? Buna genellikle, “Prensip olarak katılıyorum ama partilerin dağılımı böyle olmaz, Türkiye’de sosyal demokrat veya sol bir partiye de ihtiyaç var” diyenler de oluyor. Tabi bu parti ihtiyacını herkes meşrebine göre belirliyor. Liberal, demokrat, sosyalist partilerin de mutlaka olması gerektiğini iddia edenler oluyor.
Yukarıda anlattıklarım girişti. Bunlarla bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum: Türkiye’de siyaset klasik sağ-sol, liberal, muhafazakar tanımlamalarından çıktı. Siyaset artık bizde kimlik, kültür ve inanç eksenli yapılmaya başlandı. Bu tarz siyaset ise riskler içerir.
Partiler yine hafiften sağ-sol, muhafazakar, liberal, sosyal demokrat vs. olduklarını söylüyorlar ama pratikte siyaset kimlik, kültür ve inanç eksenli ve menfaat amaçlı oldu. Eski bilgileriniz olmasa AKP, din ve kimlik siyaseti yapan bir parti demez misiniz? AKP, liberal destekli, iyi bir Kürt ve cemaat partisi. CHP, alevi ve kültürü kentli(batılı) olanların partisi. MHP, Orta Anadolu kültürlü Türklerin partisi. BDP, Kürt partisi. Bu sıfatları net gelmeyebilir ama aynı şekilde net olarak, AKP’nin muhafazakar, CHP’nin sosyal demokrat, MHP’nin milliyetçi- muhafazakar, BDP’nin ? (İnanın BDP için liberal, sol-sağ gibi bir sıfat bulamadım) birer parti olduklarını söyleyebilir misiniz?
Siyasetin gittikçe artan bir şekilde kimlik, kültür ve inanç bazlı yapılması bizi ve bizim gibi ülkeleri zayıflatıyor. Zayıflayan toplumun en hassas noktaları, benlik, milli şuur, ortak ülkü, ortak hedefler vs. gibi kavramlar oluyor. Geçenlerde, Referandum sonrası yapılan bir kamuoyu yoklamasında yüzde 42’nin kendisinden nefret ettiği sonucunun çıktığını gören Tayyip Beyin çok şaşırdığını gazeteler yazmıştı. Şaşırmayalım. Kimlik, kültür ve inançlara dayalı siyaset karşılıklı olarak düşmanlıkları körükler, ayrışmaları artırır. Maalesef geldiğimiz noktada bu durumdayız ve birbirimizi sevmiyor, sempati duymuyor, anlayış göstermiyoruz. Gittikçe daha fazla sevgisiz toplum oluyoruz.
Farkında mısınız bilmiyorum ama ABD’de, İngiltere’de, Almanya’da, Fransa’da hala klasik siyasal partiler geçerlidir. Oralarda da kimlikler ve inançlar ön plana alınmaya çalışılıyor ama sistem buna izin vermiyor. Örneğin, Obama’nın başkan olması ABD’de kimlik siyasetinin önündeki en büyük engeli oluşturmuştur. Keza, Fransa gibi ülkelerde yabancı kökenlilere bakanlıklar verilmesi, ayrı parti örgütlenmelerini engellemiş, farklı kimlikler, kültürler ve inançlar klasik sol-sağ, liberal-muhafazakar partilere dağılmışlardır.
Kimlik, kültür ve inanç esaslı siyaset toplum yapılarını zayıflatır, ülkeleri böler. Türkiye bu tür bir siyaset anlayışı ile tehlikeli bir noktaya doğru gidebilir. Acilen, özellikle CHP ve MHP’nin farklı kimlik, kültür ve inançlardaki kadrolarla takviye edilmeleri lazım. Kesinlikle ana yapılarını, çekirdek fikri yapılarını bozmadan bu takviyeyi gerçekleştirmeleri gerek. Bu Türkiye için elzem, zira, sağ-sol, liberal-muhafazakar diye bölünürseniz bu geçici, konjonktürel olur, ama kimlik, kültür ve inançlar ekseninde bölünürseniz bu kalıcı ve tehlikelidir.
Mesleki, sektörel, hobi ve düşünce bazlı sivil toplum kuruluşları ile toplumların kimlik, kültür ve inanç enerjilerini olumlu kullanamazsanız, siyaset toplumun sorunu olur. Sorunlarımızı siyaset çözemediği gibi, çoğunu da siyaset oluşturuyor.