Hükümet kanadı bir taraftan demokratikleşme paketi üzerinde çalışırken diğer yandan da Gezi Parkı sürecini değerlendiriyor. Gezi Parkı olaylarını organize edenlerin tutuklanmamasına Hükümet kanadından şiddetli tepki gelmişti. Ancak aldığım bilgilere göre Adalet Bakanlığı’nın yaptığı çalışma ilginç bir durum ortaya çıkardı. Gözaltına alınan eylemlerin organizatörlerinin üçüncü ve dördüncü yargı paketlerinde getirilen toplantı ve gösteri hakları konusundaki düzenlemelerden yararlandıkları ortaya çıktı. Gözaltındakilerin avukatlarının neredeyse tamamının savunmalarını iki pakete dayandırdıkları belirlendi. Hükümet şimdi, bu paketlerden geriye gidiş gibi algılanmayacak ancak boşluk bırakmayacak bir düzenleme üzerinde çalışıyor. Mısır’da yaşanan olaylar da Ak Partili kurmayları tedirgin ederken, hükümeti devirmeye yönelik sokak eylemlerini “terör” kapsamına sokabilecek formül üzerinde çalışılıyor. Bu kapsamda TMK 10’la yetkili hakim ve savcıların yetki alanlarının genişletilmesi gündemde.
Arınç mutlu değil
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, geleneksel olarak verdiği iftar daveti bu sene de gazetelerin Ankara Temsilcileri’nden yoğun ilgi gördü. Arınç’ın iftar davetleri diğerlerinin aksine daha dar kapsamlı oluyor ve iftardan sonra hemen her konunun uzun uzun konuşulduğu bir platforma dönüşüyor. Haliyle bir sonraki gün de gazetelerde geniş yer buluyor. Daha doğrusu “buluyordu” demek daha yerinde olur. Bu sene farklı oldu. Merkezde yeralan birkaç gazetede Arınç’ın iftarı yine manşet oldu ancak iktidara yakın bazı gazetelerde birinci sayfadan anons bile verilmediği gibi iç sayfalarda da küçük haberler olarak geçiştirildi. Arınç kanadı bunu Gezi olaylarında Erdoğan’la yoğurdu farklı yemelerine ve bazı gazetelere ‘Arınç haberlerini görmeyin’ talimatı gittiği şeklinde değerlendiriyor. Ancak bu dalga ilginç bir noktaya geldi. Bu tabloyu merkez gazeteler de görmüş olmalı ki bir anda Arınç’ı eleştiren haberler yer bulmaya başladı. Türkiye’nin mevcut tablosunda bir bakanı eleştirmek kolay iş değil. Ancak Arınç eleştirilince Hükümet’ten tepki gelmeyeceği yönünde işaretler çoğalınca Arınç’a salvolar başladı. Vardar Ovası Türküsü konusunda bile evvel zamanda attığı twitler bulunup Arınç boy hedefi haline getirildi. Arınç’ın bu tabloyu tersine çevirmesi ise eskisi gibi kolay olmasa da imkansız değil.
Sarı, çürümüş mezar otları ve Kılıçdaroğlu!
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun bayram için gittiği Tunceli’de verdiği mesajlardan çok yakınlarının mezarını ziyaretinde diktiği mum eleştiri konusu oldu. Doğrusu, mezar yanına mum dikmek gibi bir geleneğimiz yok.
Neyse, gelmek istediğim nokta aslında mumdan ziyade Kılıçdaroğlu’nun yaşam koşusunu kuşatan koyu yalnızlığı…
Bu noktayı birazdan açacağım ama önce biraz geriye, Kılıçdaroğlu’nun SSK Genel Müdürlüğü yaptığı döneme gidelim.
Kılıçdaroğlu göreve geldiğinde yardımcılığına atayacağı bir tanıdığı bile yoktu.
Aslında böyle bir arayışı da mizacına tersti.
Kimi bulursa onunla çalışan, klasik, sessiz ve biraz da ürkek klasik bir devlet memuru oldu hep. Muhabirlik yıllarımdan gözlemlediğim kadarıyla hakkını teslim edelim, çalışkandı.
Genç yaşlarda Tunceli’den koptuğu için mezhepsel kliklerin içinde olmadı ya da olamadı. Daha önce hiç tanışmadığı Bülent Kuşoğlu’na SSK’da baş yardımcılığı ve hatta ‘Kozmik Odasını’ teslim etmesi, şimdi Milletvekilliğinin yanında PM üyeliği vermesini mezhepçi anlayıştan uzak olduğunun delilleri olarak kabul edebiliriz.
Hatta, CHP Liderliğinin ilk zamanlarında, “Alevisiniz ama Alevilerin sıkıntılarını niye gündeme getirmiyorsunuz?” diyen bir gruba, “Sahi, nedir bu Alevilik?” diyecek kadar da sürpriz öz güven patlamaları yapan bir insan Kılıçdaroğlu.
Son dönemde Hüseyin Aygün gibi fanatik kabul edilebilecek kimliklerin biraz etkisinde kalarak bu bağlamda kişisel tarihiyle uyuşmayan bir görüntü verse de, halen mezhepçi bir fanatizme fazla prim vermediğini söyleyebilirim.
Kılıçdaroğlu yalnızlığını hep sevdi.
DSP’de beceremediği sahaya inme girişimini, ‘Vatandaşın Vergisini Koruma Derneği’’ni kurarak delmeye çalıştı. Evine dönmeye hazırlanırken munis ve iddiasız tavrıyla Deniz Baykal’ın dikkatini çekti.
O günden bu yana da çekiyor!
Kemal Bey içindekileri paylaşmaktan hoşlanmayan bir lider.
Çok ısınamasa da ‘kadro’ kelimesi lügatine CHP’ye lider olmasıyla mecburen girdi ama güven duyduğu en fazla birkaç isimden söz edilebilir.
Kemal Bey yalnızlığına o kadar meftun ki bunu sorgulamıyor bile.
Şayet sorgulasaydı; Anayasa Değişikliği Referandumunda eşi Selvi Kılıçdaroğlu ve oğlu oy kullanırken, kendisine oy kullandırtmayan şartları sorgulayarak, “Hatun, sen ve oğlum oy kullanıyor, benim oy pusulamı neden kontrol etmediniz?” demez miydi?
Kılıçdaroğlu yalnız olmasaydı; Kamuoyunun bir bölümünde kendisine ‘çarkçı’ dedirten med cezirlerin sorumluların en yakınları olduğunu masaya yatırmaz mıydı?
Kılıçdaroğlu şayet koyu bir yalnızlığa tutuklu olmasaydı;
Tunceli’de aile kabristanını ziyaret ettiğinde, bakımsızlıktan sapsarı olmuş mezardaki otları kendi elleriyle yolar mıydı hiç?
Yalnız olmasaydı; Birisi kendisine, “Efendim; ilk çıktığınız dönem Gandi diye nam saldınız. Şimdi Gandi ismini telaffuz eden bile yok. Bir yerlerde bir yanlışlık olmalı” demez miydi?
Ve final; Kılıçdaroğlu yalnız olmasaydı; Dedesinin mezar taşına mum dikerken birisi kulağına, “Aman efendim; mum dikmek Mecusi ve Hristiyan adetidir, yapmayın!” diye fısıldamaz mıydı?
*Bu yazı Talat Atilla’nın Güneş Gazetesi’ndeki köşesinden alınmıştır…