‘İnsanların güvenini kaybetmektense, para kaybetmeyi tercih ederim.’ dedi Robert Bosch.
On iki çocuklu orta sınıf çiftçi bir ailenin on birinci çocuğu olarak dünyaya geldi. Bir tamirhanede çırak olarak başladığı iş hayatında zirveye tırmandı.
Mucitti; ateşleme distribütörü, far sistemi, elektrikli korna, elektrik marşı, akü ateşlemesi onun zihninden, ellerinden çıktı.
‘İnsanlığınızı asla unutmayın ve ilişkilerinizde insan onuruna saygı duyun’ sözünü de o etti.
Günde sekiz saat çalışma süresini uygulayan ilk sanayicilerden biriydi.
Doğru düzgün ticari rekabetin bile olmadığı bir dönemde: ‘İnsanların güvenini kaybetmektense, para kaybetmeyi tercih ederim.’
Dedi, Alman vatandaşı Roert Bosch.
O sözden yüzyıl kadar sonra, 23 Nisan 2019’da.. Uzattı mikrofonu muhabir, keman çalan pırıl pırıl bir kız çocuğuna:
‘Akademik olarak hayalin nedir?’
‘Almanya Köln Üniversitesinde okumak istiyorum’ dedi çocuk. ‘Tıp okumak istiyorum’ diye davam etti ve çekinerek ekledi..
‘Belki Alman vatandaşı olurum.’
Boğaziçi Üniversitesinin demir kapısına asma kilit bile vurulmamıştı Arife Vildan Bakar bu hayali kurduğunda.
Evine internet bağlatamadığı için çaresizce komşusundan hat çekmek üzere çatıya çıkan babasının peşinden gitmemiş; çatıdan düşmemiş, ölmemişti sekiz yaşındaki Çınar Mert, EBA’ya girmek için..
Yaşıyordu hâlâ..
Emine Bulut, Dilek Kaya, Neşe Orhan, Pınar Gültekin, öldürülmemişti daha.
Arife Vildan Bakar bu hayali kurduğunda; güveniyordu yine de üniversitelerin siyasete alet edilmeyeceğine, Çınar Mert güveniyordu yerli ve milli eğitime, matematiğe, fiziğe, fen bilgisine.. Kadınlar güveniyordu hayata geçecek İstanbul Sözleşmesine.
‘İnsanların güvenini kaybetmektense’ diyordu Robert Bosch ‘para kaybetmeyi tercih ederim.’
Yüzyıl önce..
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı İstanbul İl Müdür Yardımcısı ‘Çocuklarıma kahvaltı ettiremedim. Onlar aç kalmasınlar diye dilenmekten geliyorum şimdi. Çıkma diyorlar, bu durumda nasıl çıkmayayım.’ diyen anneye:
‘Geber.’
Dememişti.
Tarancı: / Memleket isterim / Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun / Kış günü herkesin evi barkı olsun /
Demişti ama;
Elazığ depreminde evinden barkından olmuş perişan ailenin çadırına kafasını sokup : ‘Mutlusunuz değil mi, bu çadırları aldınız, soba yanıyor, çayınızı demlediniz, mutlusunuz..’
Dememişti ‘ana akım medyanın’ muhabiri.
Korona denilen illet baş göstermemiş, Sağlık Bakanlığı; hasta, vaka, ölü sayılarını gizlememiş, her şey ortaya çıktıktan sonra da: ‘asemptomatik’ diye yeni bir terim uydurmak zorunda kalmamıştı, işin sonunda..
Güvenmiştik oysa;
Sunay Akın’ın dizelerinde geçen / Vapur iskelesi, ya da tren istasyonundaki / Saatin doğruluğu kadar.. /
Sağlık Bakanına.
Şiirin devamında giden sevgilinin yastıkta bıraktığı çukurundan bahseder, bir de annesinden kalan çukurdan şair; ki göbeğinde durur o.
Arife Vildan Bakar Alman vatandaşı olma hayali kurduğunda, Sağlık Bakanının hayal kırıklığımızda bıraktığı çukura yer açılmamıştı daha.
Güvenmiştik ona.
/ Vapur iskelesi, ya da tren istasyonundaki / Saatin doğruluğu kadar.. /
‘İnsanların güvenini’ diyordu Roert Bosch.. ‘kaybetmektense, para kaybetmeyi tercih ederim.’
Rakamlara, makamlara, dev bütçeli kurumlara, milyar dolarlık medyaya, aşıya güvenin kalmadığı.. Dahası çocukların geleceğine güvenemediği bir dönemde;
Geçtiğimiz hafta..
‘Türkiye’nin en güvendiği gazeteci ve televizyoncuları’ açıklandı.
Birinci sırada;
Bir sokak lambası vardı.
Hani elektrikler kesildiğinde perdeleri sonuna kadar açıp, en azından önünü görmek için ışığından faydalandığın sokak lambası.
Kesildiğinde elektrikler; dibine çömelip, aydınlığında dersini çalıştığın, ödevini yaptığın sokak lambası.
Sabahın karanlığında çocuğunun elinden tutup, altında servis beklediğin sokak lambası..
Uğur Dündar vardı yine birinci sırada.
Hani aydınlığına hep ihtiyacımız olan, memleketin sokak lambası..