Türkiye çok kritik bir noktaya geldi. Neden yazıyorum bunu çünkü “Barış Süreci”, ekonomi, dış politika, çevremizde ve içimizdeki ki terör, demokrasi, özgürlükler, toplumsal dayanışma, devlet kurumları başlıklarıyla ifade edebileceğimiz konular çok hassas bir noktaya ulaştı. Neden geldi, nasıl geldi bu yazıda o tarafına girmiyorum. Biliyorsunuz ben önemli sebeplerden biri olarak Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın devlet adamı olmamasını ve ideolojik körlük içerisinde olmalarını düşünüyorum.
Bulunduğumuz noktada bazı dikkat çeken ve düşünülmesi gereken konular var;
-Tayyip Bey’in şu “çözüm süreci” madem Türkiye için çok hayati idi neden Hükümet Kobani’ye yardım etmeme gerekçesi ile bu kadar kolaylıkla süreci riske etti?
-Madem “çözüm süreci” PKK için bu kadar hayati idi neden Suriye toprağında ve halkın boşalttığı bir şehir için süreçten vaz geçtiler?
-Madem Kobani PKK için bu kadar önemliydi neden Kandil’den profesyonel adamlarını bölgeye sevk etmediler?
-Madem Öcalan’ın emri ile “Kobani düşerse Ankara düşer” deyip Türkiye çapında isyan başlattılar ve 40’a yakın kişi birkaç günde öldüğü, milyarlarca liralık tahribat yapıldığı halde neden aniden durdular?
-ABD Dışişleri Bakanı Kerry neden “Kürtler Kobani’de Türk askeri istemiyor” dedi durup dururken?
-Kobani’de savaş, kameraların ve dünyanın gözü önünde, düz bir arazide yapılıyor iken neden 1 aydır düşmüyor veya neden isteniyorsa kolaylıkla kurtarılmıyor da durumu idare edecek kadar bombalamakla yetiniliyor?
-İŞİD sonuçta insan ve mühimmat desteğinin kaynağı belli 30 bin kişilik çapulcu topluluğu gibi gösteriliyor ama neden uluslararası desteğe rağmen İŞİD ile savaş yıllar sürer deniyor?
-Cumhurbaşkanı Rize’ye veya şuraya-buraya gidip aşağıdaki örnekteki gibi siyasi konuşmaları yapıp konuyu bir dindar-laik çatışmasına mı çevirmeye çalışıyor? “Bu sokak serserilerine bakıp, tüm Kürt kardeşlerimizi itham etmek, insanen, vicdanen ve imanen yanlıştır. Bakın bir kaç gündür çok önemli bir nokta gözden kaçırılıyor, bu vandallar, bu yağmacılar kimlere saldırıyor? Sakallı vatandaşlarımıza, başörtülü kardeşlerimize, hatta Suriye'den, Suudi Arabistan'dan gelmiş sakallı misafirlere, başörtülü kadınlara... Kürtçe bilmiyorsa yandı. Kutsal ve İslami değerlerimize saldırıyorlar.”
Bunlara ve benzeri sorulara cevap vermeye çalışınca mesele hem az çok aydınlanıyor hem de geleceğin ne olacağı sorusu daha da karmaşık hale geliyor.
Çevremizdeki gelişmeler konusunda dış dinamiklere oldukça bağımlıyız, asıl belirleyici onlar. Dış işlerini beceremediği için Başbakan yapılan Davutoğlu’na göre 100 sene önce Ortadoğu’da sınırlar Sykes-Picot adlı bir Binbaşı ve bir sivil bürokratça konulmuş ve değiştirilmesi gerekmiş. Profesör farkında değil, o sınırlar zamanın uluslararası güçlerince çizildi. Şimdi de bugünün uluslararası güçleri çizmeye çalışıyor ve alternatifli oyun planları var…
Bizim bu büyük oyunda oyun planımız ise yok. Erdoğan’ın bir tek amacı var; ne olursa olsun yargılanmamak ve başkan olmak. Yani Esat olmak, Saddam olmak, Putin olmak…
Erdoğan bu olayları tek adam olmak için acımazsızca ve düşüncesizce kullanacaktır ve kullanıyor… Tabi konu basit değil… Becerebilse Suriye topraklarını işgal etmek, İŞİD ile yani Arap İslamını ile PKK ile Kürtçülüğü kullanarak daha büyük ve federal bir devlete sahip olmak… Stratejik bir planı yok… Hayali/ütopyayı az biraz aşan, ama kafasında çok yer tutan bir düşünce bu…