Değerli yorumcu ve okuyucular, lütfen işin ciddiyetini kavrayın; Ben diyorum ki Hükumet vatandaşa faizsiz diye aslında 6 milyar liralık faizli kira sertifikası satmış… Yani vatandaşı aldatmış. Yani nasıl ifade edeyim bir anlamda Hükümetin vatandaşa dağıttığı etler domuz eti çıkmış gibi bir şey olmuş, siz de tık yok. Tıpkı Hükümet gibi… Bu ciddi bir istismar, çok ciddi… Devleti istismar, hukuku istismar ve müslümanı istismar.
Ben bunları derken bazıları “Silivri’yi neden yazdın?” diyor. Ben Silivri’de herkes suçsuz demedim. Ama bir soru sordum; Silivri’de yatanlar olmasaydı “İmralı Barış Görüşmeleri” aleni olarak yapılabilir miydi, İsrail ve ABD Türkiye’yi Ortadoğu bataklığına bu denli çekebilirler miydi, dedim. Yorumculardan bu konuda da tık yok. Haksız mıydım?
Kimse, devleti bırakıp eşkiyadan yana, hukuku bırakıp kaostan yana, Peygamberi bırakıp Ebu Cehil’den yana olmasın… Hele buranın okuyucu ve yorumcusu ise…
***
Geçen hafta yine, “Aklımız tutkularımızı yenebilir mi?” diye sormuştum. Hiçbir yorumcu bu konuya değinmemiş. Tebrik ve teessüf ederim. Neden sordum? Şöyle bir yorumum var; Akıl normal koşullarda tutkuyu yenemez. Ya daha güçlü tutkular olmalı yada konuyu zaman çözmelidir. Eğer, sorunu çözmeyi yani tutkuyu halletmeyi uzun zamana bırakmak istemiyorsak yüzleşmesini becermemiz gerekir. Üstüne üstüne gitmek, tutkuyu konuşmak, tartışmak, detaylandırmak, esrarengiz veya erişilmez olmaktan çıkarmak, basitleştirmek gerekir.
Bireyler için geçerli olan bu durum aynı şekilde toplumlar için de geçerli olabilir mi? diye de sormuştum. Örneğin toplumlar gözlerinin önündeki pisliği görmeden sürekli aynı partiye oy verebilirler mi? demiştim. Nereden çıktı bu konu? Şu sıralar Irwın Yalom’un “Spinoza Problemi”ni bitirdim. Hakikaten çok güzel bir roman. Psikoloji, felsefe, tarih ve din ilgi alanlarınız içersinde ise mutlaka okumanızı tavsiye ederim.
Roman hem Yahudi kökenli olan ama hahamlarca cereme yani ömür boyu afaroza tabi tutulan Spinoza’yı ve hem de Hitler’in teorisyenlerinden Yahudi düşmanı Alfred Rosenberg’i anlatıyor. Geçişler, dönemler arasında ilgi kurmalar mükemmel. Spinoza ile arkadaşı sonradan haham olan Franco arasında ki diyaloglarla, Rosenberg ile Dr. Frederic arasındaki diyaloglar çok ilginç. Tutkuyu yenmek akılla mı olmalı yoksa bir başka tutkuyla mı? Bir başka tutku deyince en önemli tutkunun inancınıza göre tanrı veya Spinoza tarafından tanrı ile nerede ise eş anlamlı kullanılan doğa inancı olduğu ortaya çıkıyor.
Hani bir gün camide vaiz, “Allah ne yerdedir, ne göktedir, ne dağlardadır ne denizlerdedir, ne içimizdedir, ne dışımızdadır” diye vaaz ederken Bektaşi, “Hocam, sen Allah yoktur diyeceksin ama dilin varmıyor” demiş ya, Spinoza hiç tereddüt etmeden bunu demiş ve cereme uğramış. Ancak, ateistliği çok ilginç. Ben her zaman savunurum, düşünen, kendi çalışmaları sonucu tanrı yoktur diyen birisi, hiç düşünmeden, tartmadan, aklı ve inancını birleştirmeden sadece yüzeysel dindar birinden çok daha imanlıdır diye. İşte Spinoza öyle biri…