Cumhurbaşkanlığı seçimini, Tayyip Erdoğan’ın yüzde 53,5 gibi bir oranla kazanacağını düşünüyorum.
Türk seçmeninin demografik yapısını bilmeyenler için bu oran sürpriz gelebilir.
Ana muhalefet ve TBMM’nin 3. Büyük partisi dahil, 14 partinin desteklediği bir adayın yüzde 40 bandına dahi ulaşamayacağını düşünmek, ilk bakışta akıllıca görünmüyor ama tam da bu nokta, tez konusu olacak kadar paradoksal bir içerik barındırıyor.
Muhalefet, aday belirlerken can alıcı ve telafisi olmayan bir hata yaptı.
Erdoğan’ın karşısına, Erdoğan’a benzeyen bir aday çıkardı.
Oysa, Erdoğan’a rakip olacak adayın, Erdoğan’ın zıddı olması gerekmez miydi?
Sırf muhafazakar diye bir adayın Erdoğan’ın önüne geçmesini beklemek, fizik kurallarına olduğu kadar, siyasetin reel dinamiklerine de tersti.
Hadi, “Taklitler aslını yaşatır” ata sözünü, muhalefetin unuttuğunu düşünelim.
İyi de; muhalefet, gitmesini istediği bir adayın karşısına benzerini çıkardığında, zımnen de olsa, Erdoğan’ın siyasi başarısını onaylamış olmadı mı?
Siyaset sosyolojisini görmezden gelerek siyaset yapmak, susadıkça deniz suyunu içmeye benziyor.
Çin işkencesi!
Çin yönetimi, uzun süredir Doğu Türkistan’da Müslümanları katletmeye devam ediyor.
Çin, yalnızca 27 Temmuz’dan bu yana Uygur Özerk Bölgesi’nde 97 kişiyi şehit etti.
Ramazan ayında dahi oruç tutması yasaklanan Doğu Türkistanlılar, Filistin’de olduğu gibi İslam dünyasının yöneticilerinden gerekli desteği alamıyor.
Çin yönetimi, Dünya’nın gözü önünde katliam yaptığı Doğu Türkistanlıları, terörist bir örgüt gibi göstermeye çalışıyor.
Oysa, Dünya’nın her yerinde işgalcilere terörist derler.
Çin, İsrail’in Gazze saldırılarını göstermelik kınarken, İsrail’den daha beter zulmü, Uygur Türklerine yapıyor.
Düşünün;
Namaz kılmak yasak!
Oruç tutmak yasak!
Facianın boyutunu ifade etmek mümkün değil.
Diri diri yakmadan, toplu kurşuna dizmeye kadar onlarca Çin işkencesi var.
Daha da ötesi;
Uygur Türkleri ile iletişim dahi kurulamıyor.
Çin, Doğu Türkistanlıları Ramazan, İsrail ise, Bayram’da vurdu.
“Bu bir haçlı seferidir” diyenlere hak vermemek mümkün mü?
*Bu yazı Talat Atilla'nın Güneş Gazetesi'ndeki köşesinden alınmıştır...