AK PARTİ her ne kadar Başbakan Tayyip Erdoğan’ın mağdur ve karizmatik şahsında yükselse de, aslında AK PARTİ’yi iktidara taşıyan siyasal iklimi, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller ve Bülent Ecevit’in beceriksizlikleri besledi. Bunların üzerine ordu ve siyasetin içine nüfuz etmiş derin yapılar ve bu derin yapıların kumandasındaki gazeteciler de eklenince, Türkiye yıllarca tam bir sirk alanına dönüştü. Gazeteciler, hükümetleri yönetmek isteyen ordunun, hükümetler ise hem gazetecilerin hem de ordunun oyuncağı oldu. Din ve Cumhuriyet olgusu 1923’den bu yana vahşice kullanıldı. Bir kısım Cumhuriyetçiler, milletin kutsallarıyla dalga geçerken, bir kısım din bezirganları da Allah’ın icra memurluğuna soyundular. Her iki kesim bu yöntemle statü ve para kazandı. Bu yapıdan beslendikleri için de, her eleştiriyi, Cumhuriyet ya da din düşmanlığı savunmasıyla bertaraf ettiler. Oysa, birisi kaçak yaptığı binaya ilk iş olarak Atatürk’ün fotoğrafını asarken, diğeri, Allah adına topladığı paraları cebine attı. İşte AK PARTİ tam da bu kaosun boğucu atmosferinde filizlendi. Ne Cumhuriyet, ne de dini istismarla problemleri olmadığına halkı ikna ettiği için sokaktaki iki kişiden birisinin oyunu almayı becerdi. Başta enflasyon olmak üzere birçok konuda başarılı oldular. İcraatlarında kurunun yanında yaşı yaksa da, zücaciye dükkânlarına hoyratça girse de, eleştirilmeye layık yüzlerce icraatına rağmen Türkiye’nin tıkanan ana damarlarına kan pompaladılar.
Ve sonra…
Bir sihirli el AK PARTİ’yi yavaş yavaş tanınmayacak hale soktu. AK PARTİ, her olumlu adımın meydana getirdiği boşluğa kendi ideolojisini yerleştirdi. Geçmiş iktidarlarda eleştirdiği birçok olguyu kendi yapısına uyarladı.
İktidarının ilk yıllarında vekil ve halkı eşitlemek için meclis lojmanlarını satacak kadar ileri demokrasi örneği veren AK PARTİ, izah edilemez bir savrulmayla vekillere gece yarısı kıyak emeklilik çıkaran bir parti konumuna geldi.
Otoriter ve emredici bir dili benimsediler.
PKK’ya lojistik alan açacağı sosyolojik bir vaka olan dershanelerin kapatılması kararından, 18 yaşındaki çocukların vekil olmasına ve hatta Cumhuriyetin nerede kutlanacağına kadar onlarca talimatı bazen inat, bazen de, “Ben öyle istiyorum!” yaklaşımıyla bir çırpıda verdiler. Başkalarına günah olan bir çok şey iktidara sevap olduğu gibi, Dünya’da kurduğu rejimi kutlaması yasak edilen halk sadece Türkler oldu…
Bu toprakların sıradan bir vatandaşı olarak hatırlatmak isterim; Mütevazı ve kuşatıcı olmak siyaseten zorunluluk, sosyolojik olarak gerçek, ahlaken gerekli, dini olarak da zorunluluktur.
Asıl dokunulmaz Belediye Başkanları mı?
İtiraf edeyim ki, uzun süredir Ankaralı okurlarımın, “Ankara kulisi yazıyorsun ama Ankara’nın ilçe belediyelerini yazmıyorsun.“ serzenişlerine kayıtsız kaldım. Niye böyle yaptım onu da bilmiyorum ama sanırım yazı sürecim öyle gelişti. Ankara’nın ilçe belediye başkanlarını analiz ettiğim yazıma gelen beklemediğim ilgi, Ankaralı okurlarımı ihmal ettiğimi belgeledi. İhmalim ve eksikliğim için okurlarımdan özür dilerim. Bundan sonra yerim müsait olduğu sürece Ankara Büyükşehir ve 25 ilçe belediyenin iyi/kötü icraatlarına yer vereceğim.
Belediyeleri analiz ettiğim yazımdan sonra posta yoluyla gönderilmiş, 5 belediye başkanıyla ilgili 9 ihbar mektubu geçti elime. Bazılarında kanıt sayılabilecek unsurlar olmasına rağmen, kimi eksik, kiminde de husumetle yazılmış unsurlar dikkatimi çekti.
Bana ihbar mektubu gönderecek okurlarımdan, gerçekliği olan, dedikoduya dayanmayan ve elbette mümkünse belgeye dayalı konuları göndermesini rica ediyorum. Parti ayrımı yapmadan bu ihbar mektuplarının doğruluğunu titizlikle araştıracağımdan okurlarımın şüphesi olmasın. Şayet mümkünse bu ihbar mektuplarını gönderenler telefon ya da e-mail adreslerini de eklerlerse hem ihbarın ciddiliği, hem de bazı sorularımın yanıt bulması açısından benim için ciddi kolaylık olacak. Haber kaynaklarımın gizliliği şerefime emanettir. Bundan asla şüpheleri olmasın. Odak noktamız elbette yalnızca olumsuz haberler değil. Belediyelerin yaptıkları iyi icraatlara da yer vereceğim. Sözüm Türkiye’deki tüm belediyeler için geçerli ama ağırlıklı olarak Ankaralı belediyelerin iyi/kötü icraatları olacak. Bu arada geçen yazıma CHP’li Çankaya ve AKP’li Mamak Belediyesi’nden yazılmış ağır hakaret mailleri geldi. Olabilir mi? Olabilir… Bu tarz maillere alışkınım ama beni şaşırtan, eleştiri dahi sayılmayacak hatta yapıcı-müspet bir analize bile hakaretle karşılık verilmesi. Aklıma üç ihtimal geldi doğrusu… Birinci ihtimal; bu belediyeler kendilerine o kadar korunaklı bir alan oluşturmuş ki, küçük bir eleştiriye dahi tahammül edemiyorlar… İkinci ihtimal; saklamak zorunda oldukları çok mahremleri var! Son ihtimal; analizi dahi kritik edemeyecek bir zekâ ile karşı karşıyayız! Bunlardan hangisi acaba? İlgimi çekmeyi başardılar. Bakacağız…
Bu yazı Talat Atilla’nın Güneş Gazetesi’ndeki köşesinden alınmıştır…