Ocak 2013’te 1000 liranızla 568 ABD Doları alabiliyordunuz. Pazar günkü kura göre ise 1000 liranızla 155 ABD Doları alabiliyorsunuz. 1000 lirada 5.5 yılda 413 dolar kaybınız var…
Bu rakamları lütfen tekrar okuyun ve kavrayın gidişatı…
Yurt dışında okuyan çocuğunuza döviz gönderiyorsanız zaten konuyu biraz kavramışsınızdır…
Yurt dışından mal getirip satan bir iş adamıysanız konuyu daha da derin kavramışsınızdır…
Ama döviz borcu olan bir iş adamı iseniz konuyu tam olarak kavradığınız gibi kavradığınıza pişman da olmuşsunuzdur…
Düşünsenize, 2013’te 1 milyar lira eden servetiniz var; dükkanlar, apartmanlar, arsalar vs. Bir iş yapmak için gittiniz onların bir kısmını ipotek gösterip diyelim ki 250 bin dolar kredi aldınız. Borcunuz o tarihte 439 bin liraydı şimdi ise ne oldu biliyor musunuz? 1 milyar 607 bin lira. (Pazar gecesi artışı yok burada)
Bu borç nasıl ödenir?
Bu artışı izale edecek bir kazanç var mı?
Türk özel sektörünün (Bankalar hariç) 2013 başında döviz borcunun karşılığı 210 milyar TL iken şimdi hem reel hem kur artışı ile 2 trilyon TL’ye yakın. (Pazar gecesi olan kaybımızı yine hariç tutuyorum)
Döviz borcu olan firmalarımızın çoğunun döviz kazancı bulunmuyor, aklınızda bulunsun…
Geçenlerde ünlü bir işadamı bir doktor arkadaşıma sormuş; “Doktor, döviz borcun var mı?” “Yok” demiş arkadaşım. “Öyle ise benden zenginsin doktor” demiş işadamı, dertli bir şekilde. Sonra da izah etmiş; “Tüm mal varlığımı topluyorum, borcumun yarısını bile karşılamıyor. Borcun yoksa benden zenginsin”
Kıyaslamamı 2013’le yapmamın nedeni, ABD tarafından parasal daralma politikasına geçileceğinin o yıl ilan edilmiş olması. Yani doların değer kazanmasının sürpriz olmadığıdır.
Aslında ekonomiyle az-çok uğraşan herkesin bildiği konuları farklı bir pencereden anlatmaya çalıştım. Durumun vahim olduğunu farklı bir bakışla göstermek istedim. Asıl söylenmesi gereken bu sorunun nasıl çözüleceği… Ama bir iddiada bulunayım mı? Türkiye çözüm için ne yapması gerektiğini en iyi bilen ülkelerden bir tanesi. Hem teorik, hem de pratik tecrübeye sahibiz.
Peki, nedir özellikle bu son aylardaki rezalet gidiş diyeceksiniz…
Bu gidiş “Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi”nin bir ürünü. Daha doğru bir ifade ile “Reis” sisteminin yani Erdoğan tek adam yönetiminin bir imalatı…
Ekonomi veya siyaset ile ilgili kararlar bir devlet mekanizmasının işlemesi ile alınmıyor. Devlet aklı değil tek adam aklı devrede. Merkez Bankası veya Hazine karar veremiyor. Veya dış politikada Dış İşleri Bakanlığı bir kamusal disiplin içerisinde ilişkileri yürütmüyor, burada da kararları “Reis” veriyor.
En azından algı böyle…
Algı gerçektir aynı zamanda…
Sorunda buradadır.
Böyle olmasaydı, tüm piyasa oyuncularının beklentileri 150-200 baz puan artış beklerken Merkez Bankası faiz artışı yok kararı alır mıydı?
Böyle olmasaydı, 35 yılla yargılanan ve 2 yıldır içeride tutulan Rahip pazarlıklar yapılıp serbest bırakılacak noktada iken ev hapsine alınır mıydı?
Böyle olmasa, Hazine ve Maliye Bakanı sadece Türkiye’nin değil tüm küresel finans çevrelerinin beklediği yol haritasını açıklarken “Reis” aynı saatte Bakanı sabote eden açıklamalarda bulunur muydu?
Böyle olmasa, Cuma’dan Pazar gününe sadece enaniyet uğruna, devlet aklının zıddına yaptığı konuşmalar ile sabırları taşırır mıydı?
Böyle olmasa, “Sanayicilerimize sesleniyorum; Bankalara saldırarak oralardan döviz alma yoluna gitmeyin. Battık, bittik işi sağlama alalım gibi yollara lütfen tenezzül etmeyin. Böyle bir yola tenezzül ederseniz yanlış yaparsınız biz de B ve C planını uygulamak zorunda kalırım; Bunu da böyle bilin”?diyerek doları 8 liraya yaklaştırır mıydı?
Türkiye bugünlerde Kıbrıs’ın kalanını da almadı, afyon ekimini serbest bırakmadı. Neden “Dış mihraklar” yalanı devreye girdi? Neden “Milli mesele” ihtiyacı ortaya çıktı?
Bu olanları sadece Trump’ın anormalliği ile açıklayabilir miyiz? Hiç mi bizim kabahatimiz yok?
Sorun, devlet mekanizmasından bağımsız Tek rahat Adam sorunudur…