Şükür kavuşturana…
İnanın sizleri, e-dergah’ı çok özledim. Saçma bir tarafı olmasa tek tek isimlerinizi, rumuzlarınızı yazmak özlem gidermek isterdim.
Şükür kavuşturana…
***
Aslında ara vermeden yazmak istiyordum ama olağanüstü bir hafta oldu. Bir haftada her görüşten dost ve arkadaştan mübalağasız 2 bine yakın tebrik telefonu aldım ve sarsaklaştım. Asıl darbeyi de tanımadan, bilmeden eleştiren, engeller çıkarmaya çalışan siyasiler ve basın mensupları vurdu. Darbe dediğim üzülmeme sebep oldular sadece… Yoksa iftira ve karalamalar yıkamaz…
***
Bir örnek iftira benim size olan mektubumun yorumları arasında da vardı; Unvanı “Prof” olan bir hanımefendi beni referandumda “evet”e çalışmakla suçlamış. Halbuki buraya kadar uzandığına göre benim tüm yazılarıma ve referandum öncesi yazılarıma bakabilirdi. Referandum öncesi 9 Eylül 2010 tarihli yazımda nasıl oy kullanacağımı Allah’tan yazmışım.
Muhakkak ki “Evet”te kullanabilirdim ama bu hınç neden?
Bazıları parti değiştirmemi sanki ben milletvekiliymişim gibi eleştirmiş.
Yahu! ben milletvekili veya belediye başkanı değilim, yani kimsenin bana verdiği oyu istismar etmedim. İkincisi para almadım, üçüncüsü tabanda benimle yıllardır siyaset yapan bana gönülden destek olan insanların talebi ve dördüncüsü eski genel müdürüm Kılıçdaroğlu’nun daveti ile bu durum gerçekleşti. Abdüllatif Şener ile de görüştüm ve helallik aldım. Kimseyi satmadım, birlikte siyaset yaptığım kişilerin tek biri dahi bu işe karşı çıkmadı.
Ayrıca siyasi görüşlerimi de değiştirmedim. Yine Cumhuriyetçi, laik, demokrat ve inançlıyım.
Bindelerle ifade edilecek durumda da olsalar da bazılarının tepkileri neden?
Neden bu kadar hırslı ve hınçlıyız?
Ne oluyor bize?
Nasıl bir toplum oluyoruz biz?
Ne kültürel değerlerimiz, ne inançlarımız ne aldığımız eğitim bizi “insan” yapamıyor ise vay halimize?
Diyeceksiniz ki ‘onlar madem azınlıkta öyle ise sorun yok, üzülme.’
Azınlıktalar ama suyu pisleyenler de onlar.
***
Üzüntümü artıran ve beni yazamaz hale getiren nedenlerden biri de garip bir tevafuktu.
Benim çok değerli bir ağabeyim vardı. İbrahim Sıtkı Hatipoğlu; eski kaymakam, mülkiye baş müfettişi, milletvekili. İbrahim Abi, Cumhuriyetle yaşıt, hala dinç, edebiyat, kültür, siyaset, ahlak konularında örnek aldığım ve bu yaşına rağmen benden daha sosyal bir insandı. Tam bir Ankara beyefendisi… Bir ay önce bir sabah beni aramış ve “Bülent’ciğim, eski patronun CHP’nin başında. Sana büyük ihtimalle ihtiyacı olacak, oraya geç” demişti. Uygun bir lisanla bunun olamayacağını anlatmıştım.
17 Aralık Cuma sabahı bir telefon İbrahim Abi’nin vefatını bildirdi. Galiba 10-15 dakika sonra da kesin davet telefonu geldi.
Cumartesi Kurultay yapıldı, seçildim. Pazar günü İbrahim Abi’nin cenazesine bir CHP’li olarak iştirak ettim.
Allah nur içinde yatırsın.
Bu olay ve İbrahim Abi’yi kaybetmem de beni çok etkiledi.
***
Sizin yorumlarınız olmasa bu sıkıntılı günlerim çok zor geçerdi. Destek yorumlarınıza sonsuz teşekkürler.
Değerli dostlar, yazmaya devam edebileceğimi sanıyorum. Ben koşullarımı zorlayacağım, sizi de yine bekliyorum. Tabi ki yine eski kural geçerli; mümkün olduğunca parti siyaseti yok… (Hasan Tahsin istisna)
Şükür kavuşturana…