Bu tabirlerden hoşlanmasam da; yandaş ve yoldaş tüm medyanın en kirli dönemlerini yaşadığımız çok açık.
Tam bir rezalet.
Tarih, bu yılları tahmin ettiğimizden daha kirli yazacak.
Bir taraftan hakkında hüküm olmadığı halde, “Suçlu” muamelesi yapılanlar, diğer yandan, önemli belgeleri görmezden gelerek, “Benim gibi düşünüyorsa sütten çıkmış ak kaşık” gibi çarpık bir düşünceyi destekleyenler.
Gazeteciliği ideolojilerine hapsedenler bu mesleğe ihanet ediyorlar.
Bu satırların yazarı da farkında olmadan bu hataya düşmüşse, aynı kapsamdadır.
Bu yaşıma kadar böyle pespayelik, böyle sefillik görmedim, görmediğim gibi basın tarihinde de rastlamadım.
En ufak bir itirazı ergenekonla yaftalamak hastalığından hemen kurtulmalıyız.
Kafasını çıkarana, “Ahanda Ergenekoncu burada” demek, Ergenekon'la ilgili gerçeklerin gölgelenmesine de neden olur.
Kimin Ergenekoncu, kimin masum olduğunu yargıdan önce medyanın söylemesi kadar mesleki bir ucubelik olamaz.
O zaman mahkemeleri kapatalım, bazı gazetelerin yayın yönetmenleri ve yazarları mahkeme başkanları olarak atayalım gitsin.
Bir diğer ucube ise;
“Katiyen Ergenekon yoktur, bulunan tüm belgeler, bilgiler yalandır” gibi anlaşılması zor militan yaklaşımdır.
Kendimden örnek vereyim;
Odatv’ye yapılan baskının basın hürriyetini zedelememesi gerektiğini yazdığım bir önceki yazıma, değerli bir avukat mail göndermiş.
Şöyle yazmış;
“Şok oldum. Siz nasıl, ‘Ergenekonla ilgili kuvvetli bulgular var’ dersiniz…”
Değerli avukat bu sözlerle de yetinmemiş;
“Sizin sitenizi Emin Çölaşan’dan duymuştum, bir daha da okumayacağım. Lordlar Kamarası kitabınızı aldım ama okumadan bir başkasına hediye edeceğim…”
Buyur buradan yak!
Koskoca bir aydının yaklaşımına bakar mısınız?
Benim ne düşünmem gerektiğini söylemekle kalmıyor, bir de bana yaptırım uygulayacağını söylüyor.
Ben de o beyefendiye desem ki;
“Ergenekonla ilgili mahkeme hüküm vermeden kesin bir söz söylemek hiç kimsenin haddi değildir. Bir yazar olarak ortaya konulan belgeleri, tanıkların konuşmasına bakarak, ‘orada bir problem var’ kanaatimi yazıyorum. Peki siz; ‘Asla böyle bir şey yok’ gibi kesin bir hükme nasıl varıyorsunuz?”
Bu sözüm içinde benim de bulunduğum herkese;
“Bu militanlık Türkiye’yi böler…”
Yüz kere yazdım;
Yine yazıyorum;
Ergenekonun mahkeme süreçlerinde çok ciddi hatalar var.
Tutukluluk süresinin bu kadar uzun olmasının yanında kaçmayacağı belli olan insanların tutuklanması yanlıştır.
Toplum vicdanında şüphe bırakmayacak adil yargılanma süreci çok hızlı bir şekilde yapılmalı.
Şu soru sorulabilir;
“İyi de kardeşim, mahkemeler tarafsız değil!”
Buna ihtimal bile vermek istemiyorum. Zaten böyle bir şey varsa, Türkiye tamamen bitmiş demektir.
Hayret!
Şamil Tayyar eski bir arkadaşımdır. Kendisini eleştirdiğim yazılar nedeniyle bir süredir de küsüz. Tayyar, Ülke TV’de yayınladığı bir mektup nedeniyle özellikle gazeteciler tarafından, “Hadi bakalım, kaynağını açıkla” gibi gülünç bir nedenle sıkıştırılıyor.
Haber kaynaklarının verdikleri belgeler gazetecilerin şerefine emanet edilir.
Gazetecinin en şerefsizi haber kaynağını deşifre edendir. (Bilinçli yanıltma ve o belge/bilgiden kazanç sağlama ihtimallerinin dışında)
Gazetecilerin en sadık olması gereken ilkesi, “Haber kaynağını satmamak” olduğuna göre, bazı gazetecilerin Tayyar’a, “Sat…Sat…Sat…” korosu utanç verici.