Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin üzerinden 16 gün geçti.
Şu kış ortasında, bir sürü masum insan ölmüş, yaralanmış, milyonlarca insan evinden, yurdundan olmuş durumda.
Batı yine “bir sürü (üç, beş, on)” yüzlülüğünü sergiledi; kendinden olanlara sonuna kadar kapısını açarken, Suriye’de ve diğer yerlerde evlerinden, yurtlarından ettiği insanlara kapılarını sonuna kadar kapattı. Hatta bir kısmını Akdeniz’de ölüme sürükledi; ittirdi.
Şimdi Ukrayna’da neler oluyor?
Bu sorunun cevabı, aslında Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Afganistan’da geçmiş yıllarda neler olduysa, hala oluyorsa, Ukrayna’da da benzerleri oluyor.
Bunların bir kısmının gerekçesi, başka ülkeleri işgal ederek tabii (Doğal) kaynaklarına hükmetmek, bir kısmının gerekçesi de GÜVENLİK.
Bütün bunların, “İNSAΔ değerler bağlamında kabul edilebilirliği nedir; milletlerarası hukukta yeri ne; bütün bunlarda adaleti arayacak olursak acaba bir kırıntısına ulaşılabilir mi?
Maalesef, bütün bu soruların cevabı koskoca bir “HAYIR”dır.
Soruyu bir daha sorayım:
Amerika’nın Ukrayna’da ne işi var; Rusya, bağımsız bir ülke olan Ukrayna’yı neden İŞGAL eder?
Aslında bu soruların cevabı çok basit:
“Doğrudan ya da dolaylı, haklı ya da haksız olarak belli bölgelere hükmetmek”.
Amaçları oralarda kendileri için munis, her dediğini yapan, kukla devletler oluşturmak; bunun için gerekirse ülkeleri işgal etmek; hatta doğrudan doğruya saldırmasa da, ekonomik ambargolarla bu ülkeleri terbiye etmek; kendisine itaat ettirmektir.
Bütün bu yaşananların felsefi ve pratik sebebi, Dünyaya hükmetme mücadelesidir.
Temel felsefeleri, daha açık bir ifade ile şudur: “Küresel ölçekte yaşamanın ve ayakta kalmanın tek yolu, MÜCADELE, MÜCADELE, MÜCADELE, SAVAŞ, SAVAŞ, SAVAŞ”.
Savaş deyince; savaş, sadece bir ülkeyi bombalamakla olmuyor.
Vekâlet savaşları, ekonomik ambargolar, itibarsızlaştırma, bazı ülkeleri yönlendirerek, baskılayarak hedef ülkeyi darda bırakma vd. Bunlar küresel ölçekli savaşların bazı araçlarıdır.
Bu savaşlar neticesinde milyonlarda insanlar ölüyor, evlerinden yurtlarından ediliyor.
Maalesef bu küresel güçler, evlerinden, yurtlarından ettikleri, sahip oldukları bütün değerlere zalimce hükmettikleri milyonlarca insanları başka ülkelere sığınmak zorunda bırakıyorlar.
Dahası, “barı bu insanları yollara düşürdün, her şeylerini GASP ETTİN, biraz vicdanlı davranarak, bunlara bir kırıntı da olsa yardımcı olsanız olmaz mı?”.
Maalesef, vicdanlarını buzulların altında dondurmuş olan emperyal güçler buna da razı değiller. Tabii ki, kendilerinden olanlar (Ukraynalılar hariç) bu bahisten hariç kalıyorlar.
Kısaca, küresel emperyal güçlerin, güçlü devletlerin, birbirleri ile “GÜVENLİK” adı altında yaptıkları “TEPİŞMELERDE” olanlar, küçük, zayıf, talihsiz devletlere ve orada yaşayan talihsiz insanlara oluyor.
Burada şu soruyu da sormak isterim.
Bu devletler için hiçbir İNSANÎ değer yok mudur?
Elbette ki vardır; yani aslında ONLAR var olduğunu söylüyorlar(!?).
Mesela, başta Amerika olmak üzere, çağdaş Batı Medeniyetinin temel değerleri nelerdir? Kısaca bakalım.
Bu medeniyetin temsil eden ülkeler nezdinde en değerli kavram “İNSAN HAKLARI”.
Başka.
ADALET, HUKUKUN ÜSLÜNLÜĞÜ, KÜRESEL BARIŞ vd.
Birini daha söyleyeyim.
Milletlerarası hukukun (böyle bir hukuk var mı hep merak ettim) hâkim kılınması.
Peki, bu değerlerle fiili uygulamalar ne kadar uyumlu?
İşte bu sorunun cevabında, tüm insani değerleri sahiplenen Batılı Devletler açısından sorunlar, çelişkiler ortaya saçılıyor, yayılıyor, hatta bu saçılmalardan tüm dünya etkileniyor.
Burada “RESMİ” daha net göstermek için şu belirlemeleri yapmak istiyorum.
İnsan hakları ve hukukun üstünlüğü bağlamında Dünyada üç tür devletler var.
Birincisi, kendi insanlarına haklarını tanıyan, adaleti tesis eden, hukuk düzenini işleten devletler. Bunlar, hükmetmek istedikleri kendinden olmayan devletlerde yaşayanlar için bu değerleri yok sayabilmektedirler. Yani insan haklarını, sadece kendilerinden olanların hakları olarak uyguluyorlar.
Kısaca söylemleri ile fiilleri; eylemleri kesinlikle uyumlu değil.
Daha açık belirtmek gerekirse, esasen, “İNSAN HAKLARI, kişilerin, bir başka şart aranmaksızın sırf İNSAN oldukları için sahip oldukları haklar” demektir. Teori tam da böyle diyor. Batılı yazarlar, çizerler, hatta devlet adamları da bu tanımlamayı, tüm kendinden olmayanları aşağı görerek savunuyorlar, ilan ediyorlar.
Ama uygulama hiç de öyle olmuyor. Bir diğer ifadeyle, bu ülkeler, uygulamada İNSAN HAKLARINI rafa kaldırarak, yerine “SADECE KENDİLERİNDEN OLANLARIN HAKLARI”nı ikame ediyorlar. Yani anlayacağınız, resmen, “İNSAN HAKLARI” ve diğer bir düzine İNSANİ değerlerin İSTİSMARINI yapıyorlar.
İkincisi, kendi halklarına insan haklarını tanımayan devletler. Bunlar otoriter ve totaliter rejimlerdir. İnsan haklarından da aslında pek söz etmiyorlar; etseler de duyan yoktur. Duyan olsa da bir manası yoktur; çünkü, fiilleri ile söylemleri tutmuyor.
Bunlardan belki de söylemleri en tutarlı olanlar “FAŞİST”ler olsa gerek. Ama “FAŞİST” kelimesi çok “SEVİMSİZ”, hatta “LEKELİ” olduğu için, bu sıfatı gönüllü olarak üstlenen hiçbir ülke yoktur. Ama fiilleri bu HABİS kelime ile uyumlu olan ülkeler çoktur.
Üçüncüsü, İnsan hakları vb. İNSANÎ değerleri kendi insanlarına tanımadığı gibi, gücü yettiği ölçüde diğer ülkelerin insanlarına da tanımayan, onlara hunharca zulmeden, tahakküm eden, işgaller gerçekleştiren ülkelerdir.
Ben burada sadece tabloyu genel olarak verdim; haritayı çizdim.
İçini doldurmak işini, BASİRETLİ OKURLARIMA havale ediyorum.
SON SÖZ: maalesef, bir sürü insani değerlerin istismarını yapan, “DEV” gibi küresel devletler, güçler, tahakküm mücadelesinde acımasızca “TEPİŞİYORLAR”, olanlar da bu TEPİŞMELER altında kalan küçük ülkelere, bu ülkelerin masum insanlarına, dünyada neler olduğunu anlayamayacak kadar kalpleri saf ve duru olan ÇOCUKLARA oluyor.
AAAAH KEŞKEM, etkili bir güç ya da güçler, şu insani değerlerin sahibi görünen ELLERİ KANLI küresel güçlere, bu insani değerlerle kendilerinin yaptıkları arasındaki azim çelişkileri etkili bir tonda hatırlatsa” diyeceğim geliyor, ama ne bu hatırlatmayı yapacak etkili bir güç ya da güçler mevcut, ne de bu hatırlatmayı dinleyecek olan mütehakkim güçler var.
Bari dürüst olsalar da, bütün bu insani değerlere yönelik GASPLARINI itiraf etseler de, bütün diğer mazlum milletler, kendi ağızlarından ne olduklarını öğrenseler.
Bu temennim şu açıdan önemli.
Bazı BATI TAPICILARI, hala Batının bu yüzünü görmüyorlar, görmek istemiyorlar.
Belki bu itiraf, bu kesimi bir nebze olsun ikna eder.
Ama ne dürüstlük namına bu itiraf gelir, ne de bu kesim bu itirafları duyarak, belki kanaatlerini kısmen de olsa değiştirir.
Son temennim: küresel ölçekli zulümlerin bitmesi, adaletin hükümferma olması, dünyada cennete benzer bir sulh ortamının yaşanması.
Peki, bu olur mu?
Olup olmayacağını bilemem; ama en azından ben VİCDANİ rahatlama adına bu temennimi dile getirmek istedim.