Türkiye’de 2013 yılının Mayıs ayının sonlarına doğru başlayıp bir aydan fazla süren gezi eylemleri gerçekleştirildi.
Başlangıçta ağaçların kesilmesine mani olmak gibi “masum” gerekçelerle başlayan bu eylemlerde çok sayıda şiddet vakaları yaşandı.
Bu eylemlerin fiilen sevk ve idaresinde yer alan ya da popülaritesi olan bazı kişiler, bu eylemlerin birkaç ağacın korunmasından ibaret olmadığını belirttiler.
Twitter hesabından paylaşılan ifadenin tam metni şu şekilde:
“Mesele sadece Gezi Parkı değil arkadaş, sen hâlâ anlamadın mı? Hadi gel”.
Tabii ki bu eylemlerin Türk ekonomisine çok büyük bedelleri oldu.
Meselenin sadece birkaç ağacın kesilmesine mani olmaktan ibaret olmadığı bizzat eylemciler tarafından ifade edilmesinin ötesinde, bu süreçte masum ve meşru toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının demokratik ilkelerinin yok edildiği eylemler gerçekleştirildi.
Hiçbir eylem, hukuki prosedüre uygun olarak gerçekleştirilmedi.
Dahası şiddetin her türlüsüne müracaat edildi.
Ülkenin Başbakanının evine yönelik saldırı, son anda zorlukla önlenebildi.
Emniyet birimlerinin, şiddet içerikli eylemlerden ancak istihbarî yollarla haberi oluyordu. Bu eylemleri yaşamayan, demokrasi AFRASI, TAFRASI yapan kişiler, her türlü şiddeti kendileri için bir hak olarak biliyorlar.
Oysa hiçbir hukuk devletinde ŞİDDET meşru görülemez.
Benim Gezi Eylemleri Sürecinde Yaşadıklarım
Tarihini gün olarak hatırlamıyorum.
Ankara’da Kızılay Meydanı eylemciler tarafından cehenneme çevrilmiş durumda.
Ben Meydana uğramaksızın, Mithat Paşa Bulvarından Kurtuluş tarafına yöneldim.
Kolej Kavşağı ile Kurtuluş kavşağı arasında polislerle eylemciler arasında kaldım.
Polisler Tomaların içinde tepkisiz bir şekilde bekliyorlar.
Eylemciler, kaldırımlardan aldıkları taşları Toma’lara atıyorlar. Ben eylemcilerle Toma’lar arasında kalarak mutlak çaresizlik içinde ne yapacağımı şaşırdım.
Toma’da sıçrayan taşlar oraya buraya yayılıyor; ben ise çaresizlik içinde ne yapacağını bilemez halde, dehşet içinde bekliyorum.
Yani anlayacağınız, ÖLÜMLE YÜZ YÜZE geldim. Taş atma eylemleri biraz hafifleyince, fırsatını bulup kaçtım.
Bu Eylemler Bir Kalkışma
Şiddetin, hukuk dışılıkların her türlüsünün gerçekleştirildiği bu eylemler sebebiyle bazı kişiler yargılandılar.
Sonra 15 Temmuz 2016 ihanet kalkışması yaşandı bu ülkede.
Geziden yargılananların bir kısmı 15 Temmuz ihanet kalkışması ile de ilişkili bulundu.
Bu kişiler hakkında yürütülen yargılama nihayet karara bağlandı.
Bu yargılama sürecinde, yargılanan kişiler takriben 4,5 yıl tutuklu kaldılar.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, 15 Temmuz darbe girişimi ile Gezi Parkı olaylarına ilişkin davada Osman Kavala hakkında, TCK'nın 312/1 maddesi gereğince “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmetti. Aynı Mahkeme, Osman Kavala hakkında diğer bazı suçlamalardan dolayı ise beraat kararı verdi.
Mahkeme Heyeti, davanın diğer sanıkları hakkında 18’er yıl hapis cezasına hükmetti.
Mahkeme Kararına Tepkiler
13. Ağır Ceza Mahkemesinin, burada bahsi edilen kararlarına hem ülkemizden, hem de yabancı ülkelerden ve bazı uluslararası kuruluşlardan çok katı ve ağır tepkiler geldi.
Önce bu karara verilen en üst düzeydeki tepkilere yer vereceğim, sonra da bunları etraflıca değerlendireceğim.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu: “Bu kurgulanmış mahkemede Osman Kavala beraat ettiği bir davada müebbet hapse mahkûm oldu. Dünyada böyle bir örnek yoktur”.
CHP’li Engin Altay: Gezi davasında, mahkeme sipariş ve talimatla karar aldı.
CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel: “Tarih önünde Recep Tayyip Erdoğan mahkûm olacaktır, hesap verecektir. Ant olsun, ant olsun, ant olsun”.
CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu: “Çok yakında bu hâkimlerin, savcıların hepsinden hesap soracağız”.
ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Ned Price: “Kavala’nın haksız biçimde mahkûm edilmesi, insan haklarına saygı, temel hürriyet ve hukukun üstünlüğü ile bağdaşmamaktadır. Hükümeti, siyasi güdümlü davaları sona erdirmeye ve tüm Türk vatandaşlarının hak ve hürriyetlerine saygı göstermeye çağırıyoruz”. Yargı hükümetin emrinde demeye getiriyorlar.
Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor ve AB-Türkiye Parlamento Delegasyonu Başkanı Sergey Lagodinsky: “Türk yargısı bugün, Osman Kavala’yı ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm ederek tahminlerin en kötüsünü doğruladı. Bu karar, mevcut sistemin otoriter karakterini yeniden doğruluyor ve temel haklarla hukukun üstünlüğü alanlarında herhangi türden gerçek reformları hayata geçirmeye ilgisizliği açıkça gösteriyor”.
Uluslararası Af Örgütü Avrupa bölgesel ofisi direktörü Nils Muznieks: “Bugün olağanüstü boyutlarda bir adaletsizliğe tanık olduk. Bu karar yalnızca Osman Kavala’ya, aynı davada yargılanan diğer kişilere ve ailelerine değil, Türkiye’de ve tüm dünyada adalete ve insan hakları aktivizmine inanan herkese yönelik yıkıcı bir darbedir”.
Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock: “(Bu karar) Türkiye’nin, Avrupa Konseyi üyesi ve AB’ne aday ülke olarak kabul ettiği hukuk devleti standartları ve uluslararası yükümlülüklerle kökten tezat oluşturmaktadır”.
Almanya Kültür BakanıCladuia Roth: Bu karar “saçma ve her açıdan dayanaksız”dır. “Osman Kavala’ya karşı kişisel intikamla verilen bu karar, Türkiye’de muhtemel bir demokrasi kültürüne yönelik bir savaş ilanı”dır. “Osman Kavala suçsuzdur ve derhal serbest bırakılması gerekir”.
Çok genel olarak karara ilişkin tepkiler bu yönde.
Tepkiler Ne Kadar Haklı
Ben kararı okumadım. Tepki verenlerin de okuduğu kanaatinde değilim. Çünkü bu kesimler, daha karar açıklanır açıklanmaz, kararın kendisine tepkilerini ortaya koydular.
Gerçi bu kesimler için önemli olan kararın gerekçesinde neler yazdığı değil, kafalarında kurguladıkları neticedir.
Bu tepkilerden şu neticeler çıkarılabilir.
Bu kararı okumadığım için, karar hakkında bir değerlendirme yapmayacağım. “Bu karar çok isabetli, çok yerinde, gerekçeler çok sağlam” gibi bir değerlendirme yapmam, çok sakat ve gerçeklikten uzak olur. İnsanın bilmediği bir şey hakkında bir değerlendirme yapması en azından “HADSİZLİK”tir. Ben bu hadsizliği yapmayacağım.
Gelelim yukarıdaki tepkilere.
Bu tepkileri verenlerde, gezi eylemleri kapsamında gerçekleştirilen ve bir nevi kalkışmaya dönüşme istidadı olan, birçoğunda şiddetin çok ileri düzeyinin de kullanıldığı eylemleri meşru görmek eğilimi var. Onlara göre, Gezi eylemlerinde hiçbir hukuka aykırılık yoktur. Bu sebeple de, Osman Kavala en az bir “MELEK” kadar saf ve masumdur.
Bu görüş sahipleri hiç kusura bakmasınlar, bunlar tamamen siyasi ideolojik saplantılı değerlendirmelerdir ve hiçbir şekilde hukuki kabul edilebilirliği yoktur. Demokratik bir hukuk devletinde ŞİDDETİN savunulur bir tarafı olamaz.
Diğer yandan, yabancı devletler ve uluslararası kuruluşlar da Türkiye için planladıkları projeler tahakkuk etmeyince, hayal kırıklığı içinde yine kararın bir satırını bile okumaksızın, Türkiye’ye yönelik HAD BİLDİRME tonlu tepkiler vermişlerdir.
Yani kendilerinin yaptıkları tonlarca hatayı görmezden gelip, Türkiye’ye karşı hem de en cahilane bir üslupla bu tonda tepkiler verilmesinin kabul edilebilirliği yoktur. Bunun adı Türkiye’ye pervasızca HAD BİLDİRME teşebbüsüdür.
Şuna çok açık yüreklilikle varım.
Bu tepkileri verenlerin hiçbirisi bu kararın muhtevasını okumuş değiller. Yani gerekçeler kısmını okumaksızın, en üst perdeden tepki veriyorlar.
Mahkûmiyet kararını satır satır okusunlar, her bir satırında hatalı gördükleri, hukukla çelişen yönleri belirtsinler. Bu en tabii bir haktır ve olması gereken de budur.
Ama bunu yapmıyorlar. Belki de tepki verenlerin %90’nı bu satırları okuduklarında hukuk tekniği yönünden bir şey anlamayacaklardır da.
Hiç anlamayacakları bir konuda, hiç okuma yapmaksızın verilen bu tepkinin hukuki değeri “SIFIR”dır.
Onlar, hukuki izlenim vermek adına tamamen siyasi değerlendirmeler yapıyorlar. Ama yapılan değerlendirmeler, hukukî içeriğe yöneliktir. Yapılması gereken, hukukî içerikli değerlendirmelerin olmasıdır. Muhtemelen işlerine gelmediği için bunu yapmıyorlar.
Diğer yandan, siyasi ideolojik saplantılı tepkilerden sadece kararın kendisi değil, yargı da TÖHMET altında bırakılıyor. Yargıya bu denli CAHİLANE temelde saldırılması, hadsizliğin ve haksızlığın en büyüğüdür.
Tekrar söylüyorum, kararın bütünü satır satır incelenerek, didik didik edilerek hukuki bir değerlendirmeye tabi tutulmasına sonuna kadar varım. Ama kararın gerekçe kısmının bir satırı bile okunmaksızın bu denli eleştiri yapılmasının, insafla, vicdanla bağdaşırlığı olmadığı gibi, yargının bütününü töhmet altına almak da yargıya yönelik en büyük tahribattır.
Yabancı devletlerle uluslararası kuruluşların, Türkiye’ye yönelik ÖNYARGILARLA bu tepkileri vermeleri, hakkaniyet ve dürüstlük adına kabul edilebilir olmasa da, onlar zaten mahkûm etmek istedikleri ülkelere pervasızca bu tepkileri veriyorlar. Onlar için önemli olan, Türkiye’nin karalanmasıdır. Maalesef hiç olmazsa içerideki güçlerin bu harici oyunlara yardımcı olmamaları arzu edilirdi. Ama bu yönde bir eğilim olmadığı gibi, tam bir dayanışma içinde hareket ediliyor.
Bu arada yargının hükümetin emrinde olduğu yönünde bir algı da oluşturulmak isteniyor. Yani, hiçbir vicdan ve adalet hassasiyeti taşımaksızın yargının bütünü yürütmenin emrinde olduğu izlenimi veriliyor. Oysa yargıda bütün işlerin böyle ilerlediğini söylemek, Türk yargısına yönelik en büyük haksızlıktır.
Her ülkede adaletin işleyişinde bazı sorunlar yaşanabilir. Bu tür sorunlar Türkiye’de de bazı dönemlerde kısmen biraz daha fazla olabilir.
Ama bu istisnai uygulamaların yargının bütününü TÖHMET altına alacak şekle büründürülmesinin vicdani kabul edilirliği yoktur.
Ben de yargıda yaşanan bazı sorunları, en üst perdeden eleştiriyorum. Ama bu işi ezbere değil, bizzat söz konusu kararın satır aralarında dolaşarak yapıyorum ve eleştirilerime dayanak teşkil edecek tüm gerekçeleri sıralıyorum. Yani hukuki bir değerlendirme yapıyorum. Olması gereken de budur. Ama maalesef Türkiye’de yargıya yönelik bu denli acımasız ve vicdansız değerlendirmelerin iç siyasiler ve diğer aktörler tarafından yapılmasının makul olmadığı kanaatindeyim.
Türkiye’nin ihtiyacı yapıcı eleştiri eksikliğinin giderilmesidir. Bunu sağlayabilsek, yargı temelli sorunların aşılmasında önemli bir mesafe kat edeceğimizi düşünüyorum.
Geçmişte yaşananlardan hareketle şu net bir şekilde söylenebilir:
Gerekçesi bile henüz yazılmayan bu karara en üst perdeden tepki verenler, eminim kararın gerekçesi yazıldığında ortalıkta hiç görünmeyeceklerdir. Geçmişte buna benzer çok vakalar yaşandı. Bence ülkemiz aşçısından en kötü olanı, konuşulması ve yazılması gereken dönemlerde konuşmamak ve yazmamak, esasen bu denli sert tepki verilmemesi gereken dönemlerde de, bu denli acımasızca ve cahilane tepki vermektir.
Artık iktidarıyla, muhalefetiyle, başta yargı olmak üzere, hiç olmazsa iç güçler olarak aklıselimle hareket edebilmeyi, makul hukukî temelli yapıcı eleştirileri geliştirmeyi öğrenebilsek, ülkemiz açısından oldukça hayırlı olacaktır.