Vaktiyle pek sevdiğim bir arkadaşım vardı.
Espirili, karizmatik, oldukça iri kıyım, gözünde tik olan biri..
Bir kızı sevmişti. Çok sevmişti..
Anlatırken ağlar, sesi titrerdi..
Kızın adı Meral, O'nun adını yazmaya değmez..
Babasından kızı istemiş, babası da, "Olmaz" demiş..
Cebinde kırıkkale yapımı bir silahla bir gün yanıma çıkıp geldi..
Belinden silahı sıyırıp,"Bak Talat şahit ol, önce babasını sonra kendimi vuracağım. Yarın Meral'e zorla söz kesecekler" dedi.
Yapardı, biliyorum.. Dönemin en büyük mafya babasının ceketinden tutup racon kesecek kadar gözü karaydı..
Dedi ki; "Anam seni benden çok sever, O'nun unutmazsın değil mi?.."
Burnumun ta direği sızladı..
Kızın niyetinin ne olduğunu sorunca; "Sensiz ölürüm!.." diyor, dedi.
"1 gün düşünelim, gerekeni yaparız" dedim..
Gözlerime baktı,"Dayanabilirsem, peki!.."
"Silah bende dursun, senin canın sıkkın. İkimizde evlerimize gidip kafalarımızı toplayalım" dedim, "Olur" dedi..
Jarjörde 3 mermi vardı, gayri ihtiyari mermiyi namluya sürdüm, belime yerleştirdim..
Jantları ezik, skoda lastikli Murat arabasıyla kızın evin önünden çok geçmiştik, evi biliyordum..
Ankara Sincan'da, sanırım Fatih Mahallesine yakın bir evdi..
Bir kağıda yazdığım notu taşa bağlayıp, iki katlı evin üst katına fırlattım..
Şangır-şungur cam kırıldı, kaçamadım!..
Hava karanlık olduğu için kaçarken ağacın iri bir dalı sol gözüme girdi..
Yerler balçık, muazenem dağıldı ve yere yığıldım..
Evde kim varsa aşşağı indiler, şansıma kızın tüm sülalesi evdeymiş..
Yalnız yüzümü koruyabildim.. Kötü dövdüler beni..
Kollarımdan sürükleyip, evin avlusuna getirdiler..
Yukardan sarkan ampulun altında, tahta bir sandalyeye oturttular..
Hakaretler yazamayacağım kadar ağırdı, mırıldanarak,"su istedim.."
Getirmediler..
Kafamı kaldırıp,"Birbirlerini seviyorlar müsadenizle evlensinler" dedim..
Avlunun içindeki ağaçtan dal koparmaya çalışan birisi gözüme ilişince aklıma cebimdeki Kırıkkale yapımı silah geldi..
Yere yığılıyormuş gibi yapıp, belimden silahı sıyırdım..
"Sıkarım!.." dedim.. Gerilediler..
"Meral buraya gelsin.." dedim.. Elleri önünde biraz da korkarak geldi; ".....'ı istiyorsan gerisini düşünme" sözüme ses çıkarmadı.
Devam ettim; "Ailenin yanında evet demek zor geliyorsa, sessiz kal. İstemiyorsan, 'hayır' de, çeker giderim" dedim..
Sessiz kaldı..
Bir yandan arkama, bir yandan Meral'in gözlerine baktım: Gözleri parlıyordu..
"Nereye gidiyoruz peki?.." dedi..
"Çok güvendiğin, seni bulamayacakları bir yakının var mı?.."
"Evet, teyzemin kızı" dedi..
Teyzesinin evine bırakıp, arkadaşımın yanına gittim..
Ümit Besen'in bir zamanlar pek moda olan,"Nikahına beni çağır sevgilim" şarkısını arkalı önlü doldurup dinlerken buldum evde..
Anlattım olanları..
"Biliyormusun Talat, abdest bile aldım. Asacaktım kendimi!.. O olmadan yaşayamazdım ki!.."
"Tamam, o artık hep olacak.."
Bir sürü hadise oldu. Onlar evlendi, iki kız çocukları oldu..
Aileler barıştılar..
Arada ben kaldım. Bir hayli sıkıntı çektim..
Zaman geçti; köprülerin altından sular, çakıllar, çöpler ve en sonunda ihanet geçti..
Suratına inen meymenetsizliğinden şüphelenip sordum;"Bi haltlar mı çeviriyorsun sen?.."
"Yooo!.."
Arkadaşım, ölümüne sevdiği Meral'in üstüne dost tutmuş..
Bir de dostuna ev..
Bir de gayr-i meşru çocuk..
Meral buldu beni.. Büyük aşkından her gün dayak yiyormuş.. Ve her şeyi öğrenmiş..
Ağlamak değildi onun tepkisi ; Yüreği dışarı fışkırıyordu..
Bay ihaneti sık gittiği bir mekanda buldum.
"Bu ne edepsizlik!.." sorumu gülerek yanıtladı: "Çok çirkinleşti be Talat!.."
Cevap bile veremedim.. Devam etti:"İyice kötüleşti. Çipçirkin oldu. Bi kere geldik hayata!.."
"Kötü kadın mı oldu?.."
"Öyle bir şey değil, vururum o anlamda olsa. Bana hitap etmiyor artık!.."
Yakasını tuttunca bana dostluğumuzu bitiren sözünü söyledi; "Sana ne ki?.."
Doğru!..
Bana ne ki!..