Şimdiye kadar sizinle hep düşüncelerimi paylaştım ama siyasi faaliyetlerimden hiç bahsetmedim. Bundan sonra da çok gerekmedikçe bahsetmeyeceğim. Ancak geçen Cumartesi günübirlik bir siyasi ziyarette bulunduğum Van’dan bahsetmek zorunluluğu hissettim. Yine mümkün olduğunca partimi ve partisel fikirlerimi karıştırmadan… Bazı dostlar yine üstü kapalı propaganda yaptığımı yazacaklar ama doğrudan yapsam ne fark eder sanki? Hepiniz benim fikrimi, zikrimi, partimi ve ne iş yaptığımı biliyorsunuz. Önemli olan medeni ölçüler içersinde tartışabilmemiz ve birbirimizden bir şeyler öğrenebilmemiz. Ben yıllardır partisel faaliyetlerimi okuyucularımla paylaşmadım, sadece düşüncelerimi paylaştım. Bu benim tarzım, ister propaganda kabul edin ister şahsi düşünce paylaşımı… Ben her şeyin bir adabı olması gerektiğini, her şeyin bir yakışanı olduğunu düşünenlerdenim…
Hafta sonu Cumartesi parti görevi olarak Van’ın bir köyünde deprem çadırında yanarak can veren 3 çocuğun ailesine başsağlığına ve benzeri birkaç göreve 3 kişilik bir heyet olarak gittik. Daha Ankara’da uçağa yeni binmiştik ki arıza olduğu anonsu geldi. Çevremdeki Vanlıların şunu söylediğini duydum; “Zaten Van’a hep eski, arızalı uçakları veriyorlar” Bu cümle doğru değildi ama Vanlıların psikolojisini göstermesi açısından önemli olduğu için sizlerle paylaşmak istedim.
Gecikmeli olarak Van Havaalanı’na indiğimizde ana-baba günüydü. Yolcular arasında kavga vardı. Herkes hızla Van’dan ayrılma çabasındaydı. Otobüs terminali daha da yoğunmuş. Akşam hava meydanında yine aynı kalabalık ve benzeri kavgalar devam ediyordu. Polis ve hava meydanı görevlileri bıkkın vaziyette, birkaç günlük sakal ve dökülen kıyafetlerle yine de işlerine koşturuyorlardı. Belki de Van’ın çalışan çok az kamu görevlilerinden bir kaçını görmüştük…
Van’da çok fazla göçük yoktu ama hasarlı bina çoktu. Benim gördüklerimden çıkardığım kalan binaların çoğunun yıkılması ve Van’ın yeniden yapılması gereği var. Bu iş ise yazdan önce başlamaz.
Ayrıca Van’dan en azından yaza kadar hayır yok. Ayrılabilen, başka bir ilde çocuklarına okul ayarlayabilen Türkiye’nin diğer bölgelerine kaçıyor. Söylendiğine göre nüfusun yarısı gitmiş. Kalanlar ise başka bir yerde henüz düzen kuramayanlar. Ya da ev eşyası veya dükkanı talan edilmesin korkusu ile dönenler veya işlerini kaybetme korkusu yaşayan kamu görevlileri, özellikle aile reisleri.
Ayrılan yüzbinlerin hepsinin aylar sonra tekrar Van’a dönemleri çok zor. Büyük ihtimalle eğer rahatları yerinde ise gittikleri yerlere yerleşecekler. Bunun anlamı; Diyarbakır’dan sonra Doğu’nun en hızla nüfusu ve geliri artan kentinin inişe geçmesi… Kentin nüfusunun azalması ve fakirlik ise Van’dan milletvekili çıkaran iki siyasi partiyi hayli kaygılandırıyor. Biri yerel diğeri merkezi yönetimde olan iki parti Van’da iktidarı paylaşan güçler olarak gerçekten kaygılanacak durumdalar. Çünkü halk çok şikayetçi, umutsuz ve mutsuz…
Bu tür doğal felaket yada savaş dönemlerinde birey veya toplum zor doyar. Daima yarını düşünerek gıda, giyecek, çadır, kömür ne olursa olsun istif eder. Dolayısı ile israf çok, mutsuzluk ve huzursuzluk çoktur. Zaten yardımları istismar etmek isteyen “uyanık”larda çoktur. Topluma yarını için güven vermek şarttır. Bunu yapması gereken ise devlet adamları, yöneticiler ve kanaat önderleridir. Devlet adamları ve yöneticiler ise halka değil medyaya yönelikler, halkla doğrudan temastan sürekli kaçıyorlar…
Van beni üzdü, etkiledi. Daha çok şey yazabilirim ama canınızı sıkmak istemiyorum. İşin özeti şu; Biz ne maddi-fiziki koşullar yönünden ne de manevi-psikolojik yönden felaketlere hazırız.