Alphonso Karr, “Herkesin üç kişiliği vardır; Ortaya çıkardığı, sahip olduğu, sahip olduğunu sandığı” der.
Bekir Coşkun’u tanıyamadığı için üç şıkla yetinmiş Karr.
Bekir Coşkun’da daha fazlası var.
Coşkun, Hürriyet’te yazarken de aynı vicdan dilenciliğine tenezzül etmiş, o zamanda sönmeye yüz tutmuş şöhretini yaldızlamak için okurlarına el açmıştı.
İlerleyen satırları okuduğunuzda Coşkun’un yazdıklarımdan daha fazlasını hak ettiğini göreceksiniz.
10 eylül 2010 tarihinde Turktime’da manşetten, “Bekir Coşkun’a 3 günlük yayın yasağı” haberini yayınladık.
Haberde, Habertürk yönetiminin Coşkun’a referandum sürecinden sonra yazılarına devam etmesini istediğini kaleme aldık.
Bu haber bir çok internet sitesinde ve Sözcü gazetesinin manşetinde yer buldu.
(İnternet sitelerinin aksine Sözcü gazetesi kaynak vererek kullandı. Teşekkürler…”
Ve Coşkun bu haberler üzerine Habertürk.com’da sözde yalanlama, içeriğinde ise haberi doğrulayan bir açıklama yaptı.
Habertük.com da bu çelişkiyi hissetmiş olacak ki, haberi bir süre sonra siteden geri çekti.
Şöyle dedi Bekir Coşkun, “Bazı gazete ve internet sitelerinde benimle ilgili haberler çıktı ve ben bu açıklamayı yapmak zorunda kaldım. Sanırım iznimin kullanılan zamanıyla ilgili yanlış anlaşılmalar oldu. Ben gazete yönetiminden bayram izni istemiştim, uygun görülmemişti. Daha sonra bana izin yapabileceğim bildirilince kamuoyuna olay böyle yansıtıldı. HABERTÜRK, çok geniş kitlelerin okuduğu bir gazetedir ve etkilidir. Okurlarım okuduğu sürece burada yazı yazmak isterim. Yazılarıma devam edeceğim."
Gazete Habertürk, “Bekir Coşkun hastalığı nedeniyle yazamadı” derken, Coşkun, “Ne hastalığı, izin yapıyorum” diyerek gazetesi ile dalga geçti.
Şunu açıkça belirtmek isterim; O haber kesinlikle doğrudur.
Bu konuyu tartışmam bile.
Üzerinde durduğum nokta Bekir Coşkun’un krizden beslediği şöhret müptelalığı, alkış bağımlılığı ve Medine dilencisi gibi kendini acındırma merakıdır…
Hürriyet, Coşkun’un yazılarını makaslarken Bekir abi hem Hürriyet’te çalışmaya devam ediyor, hem de yakın çevresine, “Kese kese bir şey bırakmadılar, minicik bir şey kaldı!” diye nükteler yapıyordu.
Aynı rolü şimdi Habertürk’te oynuyor.
Sansür kötüdür ama sansürü istismar etmek en az sansür kadar mahkum edilmeye layıktır.
Etrafına, “Beni habertürk’te de sansürlüyorlar” diye yakınacaksın, hem orada yazmaya devam edeceksin, hem, “İzin günümü karıştırmışlar” diye gazeten ve okurlarınla dalga geçeceksin, hem de yüzde yüz doğru bir habere kurnazca yalan muamelesi yapacaksın öyle mi?
Yaptırmayız!
İşte AKP’nin yükseldiği ana dalga tam da burasıdır.
Türk milleti gayr-i samimi insan/yazar yorgunudur.
Türk medyasını yeşilçam setine çevirenlerin saltanatı artık bitmeli.
Laiklik ve dini hassasiyetleri kendi şöhretlerini parlatmak için kullananlara, bu olgular üzerinden imajlarına makyaj yapanlara saygı duymuyorum.
Siz de duymayın!
Hak etmiyorlar!