Wıkıleaks sitesinin açıkladığı bilgiler içinde Türkiye için en önemli satırlar, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın İsviçre bankalarında 8 hesabı olduğu iddiasıdır.
Bu bilgilerin doğru olduğunu sanmıyorum, daha doğrusu öyle umuyorum.
Askıda, tereddütte bırakılacak bir mevzu değil bu.
Başbakan bu konuyla ilgili mutlaka net bir açıklama yapmalı.
Açıklamayla da yetinmemeli, daha fazlasını yapmalı.
Wıkıleaks olayı ABD’nin derin devlet operasyonu olabilir.
Bir başka açıdan bakarsak; Dünyayı izlediği vehmedilen bir gücün, pantolonunu çekmekten aciz olduğunu görmek de hoş bir duygu.
ABD’nin yüzbinlerce devlet sırrı genç bir çocuğun elinde tüm dünyayı turluyor.
Kaos bazen iyidir, kötülerin çarpışmasını izlemek lezzetlidir.
Buraya kadar problem yok.
Ya bu kötüler sandığımızdan daha kurnazlarsa?
Yani; Doğruların yanına stratejik yalanlar da ekliyorlarsa?
Bunlara dikkat etmek kaydıyla;
Kendisinde gereğinden fazla güç atfeden, diğerine tepeden bakan her odağın yıkılmasını memnuniyetle karşılarım.
Wıkıleaks olayı ABD’nin donsuz yakalanma/yakalama hali gibi duruyor.
Uzaydan bir evin tuvaletinin fotoğrafını çekmekle övünen bir devlet anlayışının zırhının yırtılmasıdır bu fotoğraf.
Wıkıleaks olayını ABD uzmanı Türk yazarların nasıl yorumladığını dikkatle izlemenizi öneririm.
Mesela Aslı Aydıntaşbaş’ın konuyla ilgili yazılarını merak ediyorum!
Bu arada ABD tam anlamıyla dedikodu meraklısı bir devletmiş.
Hangi devlet başkanının eşinin kaç kere estetik ameliyat olduğundan, kimin, nerede parası var, tüm bilgileri kayıt altına almışlar.
Başka bir tanımla; ABD tüm dünyayı fişlemiş.
Kafanızı yormayın;
Bir iki konu dışında yüzbinlerce belgeyi 1 hafta sonra hiç kimse hatırlamaz.
Şu çok ilgimi çekti;
Türkiye hakkında ABD’ye giden 8 bin belge ABD’nin Ankara Büyükelçiliğinden gitmiş.
CIA’in Türkiye’deki merkezi belli oldu!
Has Parti, Saadet Partisi İle Boy Ölçüşebilir mi?
Son sözümüzü baştan söyleyelim; HAYIR!
Numan Kurtulmuş’un hesabı şuydu;
Erbakan’sız bir Saadet’in tabanını rahatlıkla alabilirim…
Doğrusu, mantıklı bir yaklaşımdı ama evdeki hesap çarşıya uymadı ve Erbakan geri döndü.
Erbakan’ın geri dönüşü Kurtulmuş için iyi bir haber değildi.
Bu şu demekti;
Kurtulmuş, tabanı olmayan bir partiye liderlik yapmak zorunda kaldı.
Kurtulmuş’u Saadet’ten koparan süreçte haklı olan bir çok yönü olmasına rağmen Numan Kurtulmuş’un, “Ne sağcıyız, ne solcu. Ne ocuyuz, ne bucu.” gibi tanımlamaları, tabansız olmasını bilmesinden kaynaklanıyor.
Kurtulmuş’un bu sözleri bana bir Bektaşi fıkrasını anımsattı.
Bektaşi bir gün camiye gitmiş.
Hocaefendi, “Allah ne yerdedir, ne gökte. Ne sağdadır, ne solda. Ne oradır, ne burada” deyince, Bektaşi daha fazla dayanamamış ve, “Utanmasa neredeyse yok diyecek” cevabını vermiş.
Bektaşi’nin fıkrasındaki gibi Numan Kurtulmuş’un kendisini ve partisini durduğu yer anlamında tanımlayamaması siyaseten elini zayıflatacaktır.
Popülizm bir yere kadar. Ondan sonrası hedef ve tabana bağlı.
Bana, “Dur bakalım, Has parti daha yeni bir parti. Kongresi de kalabalıktı” diyenler olabilir.
Üzgünüm, bu sorunuza da istediğiniz yanıtı veremeyeceğim.
İsterseniz matematiksel ilerleyelim;
HAS Parti’nin kaç kurucusu var?
233 tane.
Peki, yalnızca bu 233 HAS Parti kurucusu akraba ve teşkilatlarını kongreye getirmiş olsalardı, nasıl bir rakam ortaya çıkardı?
Ortalama olarak 20 bin rakamına rahatlıkla ulaşmaları gerekirdi.
Tarafsız gözlemcilerin bildirdiklerine göre HAS Parti kongresinde 7-8 bin civarında bir kalabalık vardı.
Oysa, Erbakan’lı Saadet Partisi kongresindeki kalabalık 30 bini geçmişti.
Bu fotoğraf bir partinin geleceği ile ilgili sağlam bir veri midir?
Elbette değil ama partilerin doğumları, ne kadar büyüyeceklerine dair bize ciddi emareler verir.
Kongrede dikkat çeken bir başka unsur ise, HAS Parti’nin Ankara teşkilatının zayıf bir görüntü vermesi oldu.
Sözün özü;
HAS Parti’den kısa vadede ciddi bir patlama beklemek hayalcilik olur, orta vadedeki şansını ise Kurtulmuş’un performansı belirleyecek.