Geçen hafta, benim severek ve takdir ederek okuduğum ve milletini seven her Türk vatandaşının da alması gerektiğini öne sürdüğüm SÖZCÜ gazetesinin bir değerlendirmesini tenkit etmiştim. Bu tenkidim, tarihçi yazar Sinan Meydan’ın, okuyucuya “Milli Mücadele, Cumhuriyet ve Atatürk’ü en iyi anlatan tarihçi” diye takdim edilmesi idi.. Bu tenkidimi sıcağı sıcağına dile getirebilmek için Yahya Kemal konumu ertelemek zorunda kalmıştım..
Günümüzün ve yakın geçmişin İlber Ortaylı gibi değerli tarihçilerine saygısızlık saydığım bu ifadeyi tenkit etmem, okuyan herkes tarafından beğeni ile karşılandı.
Bu bilgiyi verdikten sonra, Yahya Kemal Beyatlı ile ilgili konuma, kaldığım yerden devam ediyorum.
Yahya Kemal Beyatlı, Milli Mücadele günlerimizi yaşamış, aç milletin, silah ve cephanesiz ordularımızın haline, Mustafa Kemal Paşa’nın karşılaştığı güçlüklere tanık olmuş değerli bir yazardır. 1922'de Bursa'ya gitti ve Bursa'da Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile tanıştı. Daha sonra Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından Ankara'ya davet edildi. Aynı yıl Müşavir üye olarak Lozan Konferansı Murahhas Heyetine seçildi. Daha sonra İsmet Paşaile birlikte İstanbul'a ve oradan da Lozan'a gitti.
Vatan topraklarının işgalci düşmanlar tarafından çiğnendiği.. Padişahın Mustafa Kemal’in üzerine Kuvva-i İnzibatiye’yi gönderdiği.. Sivas Kongresini basmak üzere Ali Galip’i görevlendirdiği.. Anzavur, Çerkez Ethem, Postacı Nazım, Çapanoğulları isyanlarının(*) alıp yürüdüğü.. Adana Valisi Abdurrahman’ın, işgalci Fransızlar hakkında; “Fransızlar bizim iyiliğimizi istiyorlar..” dediği, İzmir Valisi Kambur İzzettin’in, karaya ayak basan Yunan ordusu hakkında “Yunan kuvvetlerinin törenle ve saygı ile karşılanmasını önerdiği..”
günlerdir..
Yahya Kemal, o içinde yaşadığı o günleri akıcı üslubuyla çok güzel anlatır.. Ne var ki, kullandığı ağdalı kelimeleri bugünkü gençliğin anlayabilmesi oldukça güçtür. Bu yüzden ben, kelimelerini biraz sadeleştirerek ve açıklayarak, bir yazısından satırlar nakledeceğim..
Üstad, kitabın(**) 174. sayfasında şöyle der;
ESER
“Mustafa Kemal bir ferd değil, bir timsâldir.
Yavuz Sultan Selim Mısır yollarında mı, İran yollarında mı nerede belli değil, lâkin durup dinlenmeksizin açtığı seferlerin birinde söylediği Farsça bir gazelin matla'ında(ilk beyit) der ki:
«Bu seferler, bu at koşturmalar beyhude değil!
Biz gönülleri toplu bulundurmak için perişan oluyoruz.»
Bu söz Mustafa Kemal'in ve onu milletin timsali görüp de takib edenlerin iki senedir kin köpüklerine karşı, aforozlara, Anzavurlara karşı, Paraskevopulos'lara karşı daima ayni imanla söylediği sözdür.
.. «Bu seferler, bu at koşturmalar beyhude değil! Biz gönülleri toplu bulundurmak için perişan, oluyoruz!»
Gönülden boşanan bu hazin sözle Ankara, gönülleri iki sene bile sürmeyen kısa bir müddette topladı.. İki sene diyorum, o kadar bile değil. Çünkü Ferid Paşa Sadaretinin, Anzavur'la Gâvur İmam'ın Anadolu'yu fethe çıkışının, Bâb-ı Seraskerî Meydanı'nda Kuvâ-yı İnzibâtiyye resm-i geçitlerinin henüz senesine bile girmedik. Mustafa Kemal ve onu milletin timsali gören Türkler Anadolu'da ademden (yoktan) bir Türk ili çıkardılar.
Tarihde hiçbir zaman, hiçbir millet bu kadar az bir müddette uyanmamış, bu kadar güzel bir gönül birliği gösterememiş, yaşamak hakkını kazanamamıştır.
Şimdiye kadar yaşamaya müstahak olduğumuza bürhan(delil) olarak İstanbul'da, Edirne'de, Bursa'daki camilerimizle minarelerini, Kur'ân cildlerimizle duvar çinilerimizi, kumaşlarımızla halılarımızı gösteriyorduk.. Lâkin düşmanlarımız diyor ki: «Bütün bu mimari, araçlar, değerler geçmişe aittir, bu asra göre mefkureli bir millet misiniz?»
«..O camileri, o minareleri, o çinileri bizzat siz Türkler mi yaptınız? Batılı tarihçiler ve kendi içinizden filozof, bilgin ve edebiyatçılar bile diyorlar ki, bütün bu eserler İslâmı ve Türklüğü sonradan kabul etmiş kişilerin ellerinden çıkmıştır!»
Evet, iki sene evveline kadar yaşamak hakkını ancak maziye ait eserlerle taleb ediyorduk. Bugüne göre bir millet olduğumuzu ispat lazımdı. İşte milli hareket bir sene içinde bu hakikati ortaya koydu, bir sene içinde Mustafa Kemal'i milletin timsali olarak yarattı. Bir sene içinde bütün sütü temiz Türkler o timsalin etrafında bir kütle oldular.”
… Bu eser bir şahsın, değil bir milletindir. Mustafa Kemal'i bir şahıs zannedenler aldanıyorlar. Mustafa Kemal, İzmir'e efzunlar çıktığı günden evvel bir ferddi. O günden beri artık bir ferd değil bir timsaldir.”
YAHYA KEMAL VE DİN
Günümüzde devam eden, anıtlarının kırılması, heykellerinin kirletilmesi, ilköğretim programlarında adının ve ilkelerini okutulmasına son verilmesi şeklinde devam eden saygısızlıklar aslında din kaynaklıdır. Laisizm karşıtlığı ve dinin siyasi ve kişisel çıkarlara alet edilmesinde bazı yandaş yazarların, Yahya Kemal’i de amaçlarına alet etmek istediklerine rastlamaktayız.
Atatürk’e, milletin timsali diyen ilk kişi olan Yahya Kemal’in çocukluğunda söylediği bir sözü evirip çevirip kullanmakta, Yahya Kemal bir dinsizdi.. demekteler.
Evet Yahya Kemal’in kendisi de anılarında şöyle bir laf etmişti.. İstanbul’dan, Paris’e okumaya giderken demişti ki:
«İstanbul'dan çıkarken zaten dine karşı kafamda şedîd bir aksül'amel(şiddetli bir reaksiyon) vardı. Paris'te dinsizliğim arttı. 1904 senesi Paris'te kilise ve din düşmanlığının azdığı ve sosyalist cereyanın sert bir rüzgâr gibi estiği bir seneydi. Mitinglere nümayişlere karışıyordum. Sokaklarda İnternationel'i dinlerken kalbim geniş bir insanlık sevgisiyle doluyordu. Gözlerim yaşarıyordu.»
Evet, bunları 19-20 yaşlarında bir gençken söylemişti. Fakat bu ifadesi kimseyi aldatmasın.. O dinsiz değildi.. Allaha, dine saygılı idi.. Bugünkü yobazların istediği türden bir Müslüman değildi, Allahla kul arasına başkasının girmesini kabul etmezdi..
(*) Milli Mücadelede İç İsyanlar/Yalçın Toker, Toker Yayınları www.toker yayinları.com- Tel: 0535 3199349 ve [email protected]
(**) Yahya Kemal Beyatlı/Toker Yayınları Edebiyat Kom. www.toker yayinları.com- Tel: 0535 3199349 ve [email protected]