Üç haftadır bu sütunda Peyami Safa konusu üzerinde durdum.. Sağlığında birkaç gazetede birlikte çalıştığımız büyük üstadın fikirlerini, milli meselelere bakış açısını yansıtmağa çalıştım.. Bugünkü güncel milli meselelerimizin o dönemdeki benzerlerine olan bakış açısını yansıtarak, günümüz ışık tutmuş oldum..
Bu yazımda da aynı tarihsel çağrışım anlayışım içinde, bir başka büyük edip ve şairimiz olan Yahya Kemal Beyatlı’dan söz edeceğim.. Konumuz; Ege adalarımız..
Ege denizinde, kara sularımız içinde bulunan 18 adamızın Yunan bayrakları ile donatıldığı, silahlandırıldığı, oralarda kiliseler inşa edildiği herkesin bildiği bir gerçek..
Tarım ülkesi Türkiye’yi, milletin yiyeceği buğdayı, hayvanlarımıza verilecek samanı bile ithal eder hale getirenler.. Hak, adalet ve hukuku yok edenler.. Atatürk anıtları parçalanırken gereken tam tepkiyi göstermeyenler, hala yangeldizmci milleti başarı sözleri ile uyutmaya çalışmaktalar.. Bu ortamda Ege adalarımız konusunda da, tabii ki suskunlar..
Her gün yandaş olmayan basında Adalar konusunda haberler veriliyor.. Siyasi iktidarın suskunluğu da tenkit ediliyor.. Askeri müdahale’de falan bulunmak değil, nota vermek görevinin bile yerine getirilmeyişi yeriliyor..
Bu acınacak halimiz ve tepkisizlik, Milletimizi neredeyse sinir küpü yapacak..
Nihayet Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ağzını açtı, sıradan bir laf etti; “Adaların hukuki ve fiili durumunda hiçbir değişiklik olmamıştır” dedi..
Ama tabii bu söz milletimizi tatmin etmeye, inandırmaya, ikna etmeye yetmedi. Çünkü olan biteni zaten çoğumuz Ege kıyılarında canlı gözlerle görmekteyiz.. Hükümetin “adacık ve kayalık” diye geçiştirmeye çalıştığı o topraklarımız, Amerikan ve İngiliz haritalarında bile ada olarak adlandırılıyor..
Bugünkü hali pür melalimizi yansıtan bu giriş sözlerinden sonra Yahya Kemal Beyatlı üstadımıza yönelelim..
Yahya Kemal; şiirleri, nesirleri, fikirleri ve sohbetleriyle Türk edebiyatına damgasını vurarak zirve olmuş bir kişidir. Üsküp’te doğmuş, orada akıncı cedlerinin anıları arasında büyümüş ve şiir yazmağa da bu duygularla başlamıştı.
Osmanlının son dönemlerine kadar vatanımızın parçaları sayılan, bugünkü Yunan, Bulgar, Sırp, Arnavut, Makedon topraklarının tarihini herkesten iyi bilirdi. Bu gerçeği üstad şöyle ifade ederdi:
Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum
Her lahza bir alev gibi hasretti duyduğum..
Yazdıklarını bilerek, içinde yaşayarak, araştırıp delilere bağlayarak yazardı. Yazdıkları ile bugünlere bile ışık tutmaktadır..
İşte şimdi, üstadın bugünlere tuttuğu ışık olan eski bir yazısından satırlar hatırlatacağım..
Yunan Orduları, İzmir’e çıkmış, Anadolu şehirlerimizi işgal ede ede Ankara’ya doğru yürümekteler.. Mustafa Kemal Paşa Samsunda Anadolu’ya ayak basarak Milli Mücadelemizi başlatmıştır..
O günleri, dönemin olaylarını bilfiil yaşamış olan Yahya Kemal Beyatlı, Yunan palavracılığını anlatıyor: Yahya Kemal Beyatlı kitabı (*) sayfa:171:
BEKLENEN TAARRUZ
“Yunanlılar, askerliği gülünç bir hâle soktular.
..Yunanlılar şu birkaç günde bir daha taarruz edeceklerini cihanın dört köşesine ilan ettikten sonra, bu defaki kuvvetlerinin dehşetini, planlarının isabetini, kazanacakları kat’i muzafferiyeti baştan haber verdiler! Kurûn-ı vusta (Orta çağ) kuralları bir düşman ülkesine saldırmadan önce, ordularının ve silâhlarının miktarını haber verirlerdi. Herkesin bildiği yeni harp usulleri ise, askeri hareketleri en basit teferruatına kadar gizlemektir. Fakat bu kuralla Yunan modası arasında bir tezad var.
Yunanlılar Avrupa'dan taklid ettikleri bakara, poker gibi bütün kumar oyunlarını nasıl rezil ettilerse; bankacılığı, borsacılığı, sarraflığı nasıl rezil ettilerse, gazeteciliği, neşriyat ve istihbarat usullerini nasıl rezil ettilerse; yeni savaş usulünü de öyle rezil, maskara ettiler.. Harb tarihi, ne şu Yunan kumandanı Papulas gibi kumandan görmüştür, ne Zımbarakakis, Paraskevopulos gibi çetrefil isimler işitmiştir, ne Yunan tebliğleri gibi askeri tebliğler kaydetmiştir, ne böyle zıpçıktı taarruzlar işitmiştir.
Evet Yunanlılar, askerliği gülünç bir hale soktular. Harb-i Umûmî'de harikulade maharetler göstermiş, pek çok şan ve şeref kazanmış bu asrın en büyük bir kumandanı olduğu bütün Avrupaca teslim edilmiş olan bir Fransız generali General Gouraud, Londra'da Yunan murahhaslarına yararlı olacak şu özet cümleyi söyledi: «Yunan orduları Ankara'ya giremez; şayet girse bu iş yine bitmez!» dedi.
Yunanlıların taarruz edeceklerini böyle önceden haber vermelerinde askeri bir menfaatleri olamaz, bilakis zararları olabilir, acaba maksatları nedir? Drahmiyi fırlatmak, Kıralın tahtını sarsıntıdan kurtarmak; cihanın efkarını oyalamak, hasılı herşeydir.. Mamafih bir daha taarruza mecburdurlar, taarruz askeri cepheyi düzeltemez, lâkin siyasi cepheyi korur. Atina Hükümeti, askeri mağlûbiyetleri, asıl Yunanlıların kulağına her sefer güzel bir teville fısıldıyor, her İnönü mağlubiyetinde on beş bin Yunanlı daha telef olduğu şâyî olur olmaz, onlara «Telâş etmeyiniz! O telef olanlar Yunanlı değil, seferber ettiğimiz Türkiye Rumlarıdır» diyor, ortalığı avutuyor.
Venizelos'un savaşçılığına dış siyaset hâkimdi; Kostantin'inkine bilakis iç siyaset hakimdir. Tahtı için kendi nefsine kıyacak kadar haris olan bu kral, bu harbin ne neticeye varacağını bile bile, Yunanlılara elbette kıyar, Yunanlıları bir müddet kâh taarruz haberleriyle, kâh taarruz tecrübeleriyle avutur.
Harbte hülya ile gıdalanan Yunanlılar, sulhte de hayallerle gıdalanıyorlar.
….
Ankara'nın son İnönü muzafferiyeti varan iki idi; eğer haber verilen bu son taarruz doğru ise, bütün Şark'ta mukaddes bir sayı kabul edilen üç yerini bulacaktır. Ankara'nın koyunu, sonunda çıkar oyunu!”
Yahu başımızdakiler!
Ne olur biraz da siyasetinizi Milletin arzu ettiği Atatürk, vatanseverlik duygularına göre yönlendirin! Şu Adalarımızdaki işgalci Yunanlılar, Milli Mücadelede olduğu gibi bir kez daha denize dökülsünler, adalarımız temizlensin..
Bakalım o zaman da, 2. İnönü zaferinde yok ettiğimiz binlerce Yunan askeri için, “onlar Yunan değil, Rumlardı” diye palavra sıkanlar, “şu gün şu saatte, şu kadar askeri güçle harekat başlatacağız!” diyerek böbürlenenler, yine ayni şekilde laflar etmeğe kalkışabilecekler mi?
Neyse.. Yahya Kemal üstadımızın şairane dili çok ağdalı idi.. Biraz sadeleştirerek vermek istedim ama gördüğünüz üzere yine de lisanı biraz ağır kaldı...
(*) Yahya Kemal Beyatlı/Toker Yayınları Edebiyat Kom. www.toker yayinları.com- Tel: 0535 3199349 ve [email protected]