Yakından tanıyanlar bilir; Irkçılık ve partizanlıktan haz etmem.
Türkiye’nin üniter yapısı, bayrağı ve inanç hürriyeti dışında kalan konuların tartışılmasını demokrasinin gereği görürüm.
HDP’ye oy veren seçmeni, diğer seçmenden daha değersiz görmek gibi saplantılı bir ön yargı içinde olmayı kendime yakıştıramam ama 10 yaşındaki çocuğun dahi inanmayacağı savrulmalara nasıl kayıtsız kalabilirim?
Kandil’in tek hecelik talimatı ile, Demirtaş’ın 48 saat önce söylediği, “Emanet oy aldık” sözlerinden çark etmesine nasıl sessiz kalalım?
HDP’ye en az yüzde 5 emanet oy veren kitlenin bu sözler karşısında ne hissettiğini merak ediyorum.
Aldatılmışlık mı?
Umursamazlık mı?
Belki de kevgire dönen ruhları hiç acı hissetmemiştir.
Bir sabah aniden, “Ben Türkiye partisi oldum” sözlerine inanılmasını beklemek, gerçekten insan aklına yapılan bir baş kaldırıdır.
Tamam; Belki bir anda olması mümkün değil ama en azından, “Türkiye partisi olmak için bir gayretim var” denilse; toplum, bu sözlere bir kredi açabilir.
Ama zoraki ve algıyı yönetmek için mitinglere serpiştirilmiş Türk bayrağı ve birkaç tatlı söze ikna olmamızın beklenmesinin fena halde dramatik bir akıl yürütme olduğu, Kandil’in HDP’ye verdiği son ayarla bir kez daha ortaya çıkmadı mı?
Türk basınının bu dehşetli akıl oyununa susup, Yalçın Akdoğan’ın, “Dağdan gelip, bağdakini mi kovacaksınız?” sözlerine yapılan linç kampanyası, ürkütücü bir Şahbazlık denemesidir.
Herkes biliyor ki; Akdoğan’ın DAĞ kelimesi, HDP’lilerin kültür düzeyine yapılan bir vurgu değil, Kandil’le özdeşleşen DAĞ TERÖRÜNE yapılan ironik bir metafor, güçlü bir göndermedir.
Bizi ısrarla siyaset ve silahın aynı kadrajda olmasının normal olduğuna inandırmaya çalışanlar var.
Akdoğan’ın yaptığı; Akıl sarhoşluğuna karşı içi buz dolu kovayı kafadan aşağı boşaltmaktır.
Talat Atilla/Güneş