Balyoz operasyonu tam anlamıyla bir meydan savaşı.
İlk kartı Genelkurmay açtı.
Tüm generalleri karargaha çağırdı.
Resmi olmayan dille, “İstifa edebiliriz” mesajı verildi.
Resmi bir mesaj olmadığı için rahatlıkla, “Aslında böyle bir mesajı hiç vermedik” diyecek meşru bir alan açarak…
General ve darbe kelimelerini henüz şuur altından atamayan bir toplum için, tüm generallerin Genelkurmay Karargahında toplanmaları yeterince travma yaratıcıydı.
Durumun ciddiyetini anlayan Cemil Çiçek’in 3. bir yol için risk aldığı anlaşılıyor.
Çiçek’in bana telefonda söylediği, “Sorunun parçası olmaktansa, çözümün parçası olmayı tercih ettim. Her şey ilerde daha iyi anlaşılır” sözleri bu süreçte şimdilik açıklanmayan gri alanların olduğunu yeterince kanıtlıyor.
Kuvvet komutanlarının gözaltında bulunduğu bir sırada sessizliği ile tanınan, -nadiren bozar- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın, “AK Parti ile ilgili inceleme var, soruşturma şimdilik yok!” sözlerini hem zamanlama, hem de içerik olarak kayıt altına almakta fayda var!
Ve üçlü zirve…
Ve kuvvet komutanları serbest bırakıldı…
Ve ‘Balyoz Operasyonu” ile suçlanan kuvvet komutanları serbest bırakılırken, kuvvet komutanlarının emrinde bulunan subaylar tutuklandı.
Toplum algısı şunu anlamakta zorlandı;
Balyoz operasyonu bir oyunsa, balyoz operasyonu ile ilgili tutuklanan subayları nasıl izah edeceğiz?
Şayet bu bir darbe planı ise, kuvvet komutanları neden serbest bırakıldı?
Ben bilmiyorum. Büyüklerimiz; Bilenlerin anlatması için beklememiz gerektiğini söylüyor.
Bekliyeceğiz….
Köşe yazarlarını toplama kampına alalım
Başbakan,”Üçlü zirveye öyle yorumlar yapıyorlar ki.. Bir Cumhurbaşkanı'nın Başbakan ve Genelkurmay Başkanını çağırıp görüşmesi yanlış şeylermi? Ben bu yazıları yazan gazetelerin patronlarına sesleniyorm 'Ne yapayım hakim olamıyorum' diyemezsin. Sen maaşını veriyorsun. Bir taraftan gelip hükümete vuracaksın bir yandan da köşe yazarlarına sahip olamayacaksın. Bu noktada ben uyarımı yapmak zorundayım. Bu ülkeyi germeye de hakları yok... Bir ülkenin yönetiminde bu tür anlayışların yeri olamaz. Herkes fikrini söyler ama o insanlara da o kalemi teslim edenler 'kusura bakma kardeşim bu dükkanda sana yer yok' demeli…”
İnanılması zor sözlere ilk tepkiler, Erdoğan’ın siyaset yaptığı zemine en yakın durduğu varsayılan Zaman Yazarı Hüseyin Gülerce ve Bugün gazetesi Yazarı Ahmet Taşgetiren’den geldi.
40’a yakın ulusal gazeteden, Başbakan’ın hoşuna gitmeyen manşet atabilen ancak 1-2 gazetemiz var.
Erdoğan medyanın manşet bölümününden memnun görünüyor. O mesele bir şekilde halledilmiş gibi.
Sıranın köşe yazarlarında olduğunu söylemek mümkün…
Tamamen ideolojik, gerçeklerden kopuk ve toplum hassasiyetleri ile ilgilenmeyen köşe yazarları yok mu?
Var…
Olmamalı mı?
Demokrasi varsa elbette olmalı…
Olmalı ki, iyi ve kötü kıyas yapılabilsin, fikir çeşitliği meyve versin.
Yeryüzünde herkes, her düşünceden insan yaşayabilmeli, özgürce düşündüğünü konuşabilmeli.
Bu yaklaşım Başbakan’dan geldiğine göre, cevabımızın zeminini, Erdoğan’ın en iyi anlayacağını ümit ettiğimiz bir alandan vermemiz sanırım daha faydalı olacak: Kur’an-ı Kerim…
“…Ve dileseydik herkesi doğru yola sevk ederdik” (secde-13)
Şunu da unutmayacağız tabi; Doğru yolun son kararı da yine Allah’a ait.
Yani; Allah’ın dilemediğini, istemediğini, Allah’ın yolunda yürüdüğü varsayılan bir insanın istemesi, uygun görünmüyor.
Demokrasi açısından da bu yaklaşımın anlaşılır bir yönü yok.
Bu düşüncenin bir ileri boyutu; ‘Köşe yazarlarını toplama kampına alalım’ olabilir.
Bu krampı artık aşalım…
Parola; “Adi Başbakan!”
Bu küstah ve terbiyesiz parolanın bireysel bir hata olduğunu düşünmek istiyorum. Bu sözleri henüz 20 yaşındaki gençlere tartışmasız bir emirle söyletmek, ya da söyletmeye teşebbüs etmek, bu planı hazırlayanların cehalet ve cesaretinin belgesi…
Bu parolayı söylemeye zorunlu kalan gençlerin yüzde 47’sinin ailesi ve kendilerinin de bir bölümü de oylarını AK Parti’ye vermişler.
“Evimizde otururken bile sessiz konuşmak zorunda kalıyoruz, bunun adı faşizmdir” diyenlere, “Evet, haklısın” diyorsak, bu küstah dayatmayı yapan ilgililere de, aynı yanıtı vermek zorundayız.