Sabah kalkınca ilk işim traş olmak olur. Elektrikli makinelere alışamadım, jiletle traş olurum. Sakalım yumuşak, cildim uygun iken traş olamazsam sonradan traş olmam çok zor oluyor. Traş olmadan da rahat olamıyorum, sokağa traşsız çıkamıyorum. Meclise traşsız veya 3-4 günlük sakalla gelen milletvekillerine hayret ediyorum, nasıl huzurlu olabiliyorlar? Pahalı, marka takımları giyiyorlar, marka kravatları takıyorlar ama üstte 3 günlük sakal… Bana yüzlerini dahi yıkamamışlar hissi veriyorlar. Adı üstünde “Kirli sakal”, beyefendiye olmak isteyene yakışmıyor, hijyenik değil ve ne tam olarak sakal ne de temiz bir cilt… Tembellik moda olmuş… Yıllar önce Galatasaray ve Milli Takıma hocalık yapan Alman bir teknik direktör vardı; Jüpp Derwall. Türk Futboluna çok katkıları olduğu söylenir. Şu anlamda bir söz söylediğini hiç unutmuyorum: “Keşke İslamiyet traş olmayı da mecburi kılsaydı, bir türlü futbolcularımın her gün traş olmalarını sağlayamadım”
Kendine dikkat eden, temiz ve itinalı olan kimse, işi ve çevresi konusunda da özenlidir.
Sabahları traştan sonraki işim ise koca bir kola bardağı ile yarım litreyi aşan ılık su içmektir. Bu benim galiba son 25-26 yıldır hiç ihmal etmeden yaptığım bir iş. Çok faydasını gördüm, görüyorum. Bir çok hastalıktan korunmamı, cildimin sağlıklı olmasını, sindirim ve boşaltım sistemlerimin daha iyi çalışmasını sağlıyor. En sevdiğim dualardan biri, “Allahım bana iyi alışkanlıklar kazandır” cümlesidir. Hakikaten bu kazandığım ve kazanmaktan memnun olduğum iyi alışkanlıklardan biri. İyi alışkanlıklarımdan bir diğeri de sabahları erken kalkmak. Beni çok mutlu eden bu alışkanlığımı maalesef son yıllarda sürdüremiyorum. Genellikle Meclis’ten ve Komisyon’dan geç çıkmam, akşam toplantıları veya seyahatlerimin çokluğu bunu getiriyor. Ancak, güne erken yatıp, sabah erken başlamışsam gerçekten mutlu oluyorum ve günüm daha verimli ve bereketli oluyor.
Şimdi birazda kötü alışkanlıklarımdan bahsedeceğim ama siz “Nereden çıktı bu özel yaşantı ve alışkanlıklar, gündem bu kadar yoğunken?” diyeceksiniz, biliyorum. Ben, “Bu barış yönteminde ve yönetiminde bir yanlışlık var. Bu iş böyle yürümez, yanlış başladı, yanlış gidiyor” yazacağım hemen itiraz edeceksiniz, “Bari sesini kes büyük devlet adamı Tayyip Bey işini yapsın, Abdullah Beyle birlikte barışı getirsin” diyeceksiniz. Ben diyeceğim ki, “Özür dilenmesi güzel ama özrü Tayyip Bey sağlamadı. Obama neden İsrail’e gidip Netanyahu’ya özür diletti? ABD ve İsrail’in özür karşılığı Türkiye’den bekledikleri nedir? Neden ABD’nin bize zamanında teslim ettiği ama idam ettirmediği Apo şimdi tam barış mesajı yayınlamışken İsrail özür diledi? Bu işin ardından ne gelecek, görmüyor musunuz?” Hatta ben kendimi tutamayacak, ardından neler geleceğini, Türkiye’ye neler olacağını da anlatacağım ama bu sizin mutluluğunuzu bozacak, sinirlerinizi laçka edecek. Neden bazılarınızı üzeyim? Ben de oturdum, özel yaşantımla ilgili, sağlıkla ilgili konuları yazmaya çalışıyorum. Biliyorum ben CHP’li olduğum için siyasi gelişmeler konusunda susmam da bazılarını rahatsız ediyor. İlla konuşun ve “barışa destek” olun Tayyip Beyi övün, ya da “barışı bozan” olun diyorlar. Pardon, ilave olarak “Sayın Öcalan”ı da övmemi istiyorlar. Ben şimdi oturup İsrail ve ABD’nin çıkarları, planları ve zorlamaları ile yapılanların bize, -öncelikle Kürtlere- uzun vadede hayır getirmeyeceğini anlatsam ne yararı var? Üstelik, yöntem bizim hukukumuza uygun değilken, Türk ve Kürt toplumlarının destekleri alınmamışken, TBMM’ne bilgi verilmemişken! Ha, evet, açtığımız kredi yani destek de “Sen kim oluyorsun, kendin himmete muhtaçsın” diye de azarlanmışken…
Ben de oturdum yararlı bir yazı yazdım…