Geçen hafta yine Meclis çok yoğundu. Daha doğrusu Plan ve Bütçe Komisyonu ağır gündemliydi. Perşembe yazımı yazamadım, kusura bakmayın. Hem şu 96 bin 505 kadronun olduğu 90’ın üstünde madde içeren şu ünlü torba kanun teklifi, hem gelir ve kurumlar vergilerini birleştiren bir vergi kanunu, hem de 10’uncu Beş Yıllık Kalkınma Planı Plan ve Bütçe Komisyonu olarak gündemimizdeydi. Hemen her gün geç saatlere kadar çalıştık. Perşembe günü ise, saat sabah 10.30’da başladık, Cuma sabahı 06’yı geçe bitirebildik. Çok çalıştığımı söylemek için yazmıyorum, Perşembe yazım için mazeteimi bildirme dışında ilginç bir tweet aldım onu anlatmak istiyorum. Perşembe gecesi saat gece yarısı iyice yorulmuş durumdayken arkadaşlardan gördüm ben de bir tweet attım. “Galiba iktidar bizi sabaha kadar çalıştıracak, Meclis kapanmadan önce yine sıkıştırıyorlar” gibi bir şeyler yazdım. Aman hemen cevaplar geldi, “Sayın vekil, vekil olmak mecburiyetinde değilsin, kimse seni zorlamıyor. İstersen bırak” vb gibi…
Üzüldüm. Hayatım çalışmakla geçti. Hayatta çalışmadan hak ettiğim bir şeyim hiç olmadı. Hatta asla bir şeyi alıp-satmak dolayısı ile zarar dışında, kazancım dahi olmadı. Ama politikada beleşçilikle, tembellikle itham edildim. Galiba politikacının kaderi biraz böyle. Meclis’te sabahlayan toplam 20 vekil varsa biri benim, hem de çekip gitsem vicdanım dışında hesap soracak kimse yok ama eleştiriliyorum… Siyasete girmeden önce çevremdeki insanların nerede ise tamamına yakınının takdirini alıyor iken siyasete girdikten sonra bu oran bayağı düştü. Hem de rakipten değil, kendi saflarınızdan daha çok eleştiri alıyorsunuz veya tweet olayında olduğu gibi sizi hiç tanımayanlar en kötü politik tipi esas alarak sizi tenkid ediyorlar. Siyaset böyle bir şey, bazen hak etmediğiniz övgüleri alabileceğiniz gibi bazen de hak etmediğiniz yergiler de gelebiliyor. Bu durum bize has değil, hemen her ülkede politikacılara bir düşmanlık var… Ya da aşırı bir hayranlık, taparcasına… İkisi de yanlış tabi ki…
(Ben de amma duygusalmışım, birkaç tweet nedeniyle neler yazdım…)
***
Bu gün 2 konuda yazmayı düşünmüştüm; ilki Tayyip Beyin camide içki içilmediğini bildiği halde neden ısrarla hemen her konuşmasında ‘içki içildi’ diye ısrar ettiğini yazacaktım. Çok ilginç bir konu. Kendi tarafındaki insanlar bunun çok tehlikeli ve doğru olmadığını bildikleri halde yine de Tayyip Beyin yanlış yaptığını söyleyemiyorlar, hatta alkışlıyorlar. “Bu Göring’in yöntemidir, sonuçta kitleler kabul ederler” sözü doğru mu acaba? Konunun psikolojik ve iletişim yönünü işleyecektim. Çok söylenen, beyne kazınan cümlelerin zamanla gerçekmiş gibi algılandığını anlatacaktım. Sizin yorumlarınız bu konuda yoğunlaşırsa belki gelecek yazımda devam edebilirim.
Diğer konum ise 10. Beş Yıllık Kalkınma Planı (10.BYKP) olacaktı. Kısaca size Planla ilgili bilgi verecektim. Tüm bir yazıyı Plana ayırmak okuyucuyu sıkar diye düşündüm. Kısa bilgiler verecektim. Yine de bazı daha kısa bilgiler vereyim; 10.BYKP, 2014-2018 yıllarını kapsıyor. Plan 3 bölümden oluşuyor. İlk bölümde küresel değerlendirmeler yapılmış. 2’inci bölüm Plan hedeflerini ve politikaları vaaz etmiş. 3’üncü bölüm ise geçen dönem 9’uncu Plana uyum sağlanamadığından öncelikli dönüşüm programlarını göstererek, koordinasyon ve kamunun uyumunu amaçlamış. 10.BYKP’nın eksiği FED’in son kararlarını dikkate almaması ve her şeyi geçen dönem gibi kabul etmesi ile AB/ABD Serbest Ticaret Anlaşmasını görmemesi olmuş. Halbuki bunlar Türkiye’yi çok etkileyecek konular. Bir önemli bilgi de 10.BYKP’da ortalama büyüme yüzde 5.5 alınmış. Halbuki Türkiye uygarlık seviyesini 7-8’lik bir hızla yakalayabilir gerçeği var. 10.BYKP çok iddiasız olmuş. Zaten artık planları kamu dikkate almıyor, daha şimdiden plana aykırı uygulamalar var.
Çarşamba Meclis tatil öncesi çok yoğun olmazsa Perşembe görüşmek üzere…