İki hafta önceki yazımda sizlere, Ozan Arif dostumu ebedi hayata uğurlamamız vesilesi ile duyduğum acılarımdan ve canlanan anılarımdan söz etmiştim..
O yazımda şu satırlar da vardı:
“Ozan, her zaman “Tavliyi öğrendin mi Yalçınım” diye kıkırdamaya başlar.. Nerede isek, hemen tavlanın başına geçerdik..
Bir gün yine bize geldiğinde mutfakta yemek yerken, aynı manzara tekrarlanmıştı.. Mutfakta başladığımız maçımıza balkonda devam etmiştik.
Orada da pulları parmaklarıyla tavlanın kenarından havaya zıplatıp “tut!” diye bağırmaya başlamıştı..Basınköy’deki evimizde Yaşar Kemalağabeyle balkonlarımız yan yana idi..Yaşar abi de bizim şakurşukurlu gürültümüz üzerine, yazmakta olduğu romanına ara vermiş, bizi izlemeye gelmişti..”
Evet o yazımdaki bu satırlarımın yayınlanmasından bir sür sonra Yaşar Kemal ağabeyimizin 4. ölüm yıldönümünü yaşadık.. Onun için bugünkü yazı konumu da Yaşar abiye ayırdım.
Yaşar Kemal’le, dostluğumtaa 1950’li yıllara uzanır. Obir gazeteci ağabeyimdi. Ben, hukuk fakültesine devam ederken 1955 yılında Yeni Sabah’ta spor yazarlığına başlamıştım. Yeni Sabah’la Cumhuriyet gazetesinin binaları Cağaloğlunda karşı karşıya idi.. Yaşar ağabey de o sırada, Cumhuriyette Anadolu masasını yönetiyordu. Anadolu muhabirlerinin haberlerini telefonla alır, haber yapardı.. Gazeteye geliş gidişlerimizde sık sık karşılaşır, boş zamanlarında ziyaretine gider, çayını içerdim. O yıllarda gazete maçları yapardık. Ben de Yeni Sabah takımnda sağ bek oynardım.. Şeref Stadındaki bir maçımızda hiç unutmam, ben Cumhuriyet takımından Cem Atabeyoğlu ağabeyi sahadaki çamur gölüne düşürmüştüm. O da beni dövmek için sahada epey kovalamıştı.
O anılarımı Ben Spor Yazarıİken kitabımda(*) anlatırım..
En iyisi o kitabımda yer alan karikatürüst arkadaşımız Oğuz Aral’ın anlattıklarından birkaç satır nakledeyim sizlere: “Yaşar Kemal Cumhuriyette yazıyor, Altan Erbulak Yeni Sabah’ta çiziyordu. İkisi de “biz de oynayacağız” diye tutturdular. Ama ikisi de görme hicranlı. Altan’ın gözünde 8 derece miyop, şişe gibi gözlükler.. Çocukken bile topa ayak sürmemiş.. Yaşar Kemal’i anlatmaya gerek yok. “Ülen benim sağ gözüm görmez, Ama sol gözümle ıtır yaprağı üstündeki çiğ tanesini görürüm. Ben en iyisi sol açık oynayayım. Meşrebime de uyar diye inatlaşmıştı.
..Ben bir Fenerli Rıdvan iki.. Bacağımı elime alıp kale arkasına geçince, Yaşar Kemal’le Altan Erbulak’ın güreştiklerini gördüm..”
Evet Yaşar ağabeyle ilk anılarımız böyle başlar.. Ben o anılarımızı “Tanıdığım Ünlülerle Ortak Anılarım: Yaşar Kemal” isimli kitabımda(**) anlatırım.
Yaşar ağabeyle gazete komşusu olduğumuz gibi, evlerimiz de Basınköy Gazeteciler sitesinde yan yana idi.. Eşi Tilda o zamanki bütün arkadaşlarımızın eşlerine ablalık yapardı. Bitişik blokta oturan Rahmi Turan’ın eşi Emel, sağdaki blokta oturan Çetin Mete’nin eşi Emel, benim hanım Serpil, Yaşar ağabeyin hanımı Tilda’yla çok güzel günler geçirmişlerdi.
O sıralar Yaşar ağabey, ağaçlar arasında, yanımızdaki ormanda dolaşır, ağaçlarla, yapraklarla konuşa konuşa romanlarını yazardı. Ah ne güzeldi o yıllar..
Akşam oldu mu ya bizim balkonda, ya onun balkonunda bir araya gelir, yemek yer, rakılarımızı içer, çocuklarımızla gülüşürdük.. Nur içinde yat Yaşar ağabey..
Resimde soldan; oğlum Serhat, ben, Yaşar ağabey ve eşim Serpil Toker onların balkonunda yemekteyiz. Tilda da mutfakta bize yemek getirecek.. Fotoğrafı kızım Mine çektiği için o yok.. Ama diğer resimde Yaşar amcası ile görülüyor..