Alevi vatandaşlarımızla ilgili, şimdiye kadar duyduğum en gerçekçi yorumu, CHP’nin alevi vekili Sabahat Akkiraz yaptı;
“Solcular ve PKK, alevileri kullandı.”
Akkiraz’ın bu tespitlerinin, siyasi olduğu kadar sosyolojik gerçekliği de var.
Sol’un, genetiğinden gelen isyan kültürünü, mazlum ve sessiz alevi vatandaşlarımıza şırınga etmeye çalıştığını her kaleme aldığımda, hakaretlere maruz kalmıştım.
Yıllardır yazdığım, söylediğim bir olguyu, alevi bir CHP’li vekilin açıklaması beni heyecanlandırdı.
Onlarca, belki de yüzlerce fraksiyona ayrılan aleviler, topluma ortak bir manifesto sunamadılar.
İktidar partisi, kendi tabanı açısından belki de risk oluşturabilecek alevi çalıştayları yaptı ama alevi derneklerinin çoğu bu çalıştaylara katılarak görüş bildirmek yerine, en başından bu etkinlikleri bloke ettiler.
Oysa, hangi konuya itiraz, hangi konuya sıcak baktıklarını, çalıştaylara katılarak söyleyebilirlerdi.
Akkiraz’ın bir başka ilginç açıklaması da, “Sine-i millete dönelim çağrımdan sonra, kendi arkadaşlarım bile bana selam vermediler.” şeklinde oldu.
CHP’li Akkiraz, bu konuda haksız.
Milyonlarca vatandaş, işini gücünü bırakarak, sandıkta irade gösterdikten sonra, “Yerim dar, yakam dar. Ben oynamıyorum!” demeye hakkı yoktur.
Sine-i millete dönen bir muhalefet, tamamen yok olur.
Vatandaşın sine-i millet düşüncesi olsaydı, sandığa gidip oy vermezdi.
Akkiraz kusura bakmasın ama, bu çağrının ciddiye alınacak tarafı yok.
Akkiraz’ın hatırlattıklarından da yola çıkarak, şu tespitleri yapabiliriz;
Türkiye’nin artık yeni bir siyaset sosyolojisi var.
Sağ-sol arasındaki çizginin giderek inceldiği radikal bir değişiklik bu.
Yaşam tarzını profesyonel militan olarak gören kesimleri bu tanımlamanın dışında tutuyorum.
Dünya ve Türkiye, sağ-sol kavramı yerine giderek, iyi insan-kötü insan kavramıyla yüzleşiyor.
Şiddetsiz hak aramak, iyi insan olmanın amentüsüdür.
Amaca giden her yol meşru değildir.
İnsan çoğu kez kendisini bile sevmeyi beceremeyen bir canlı.
Herkes, herkesi sevsin demenin akıla dokunur yanı yok ama birbirimizi anlamaya çalışabiliriz.
İnsanın iki hayatı var; birisi yaşadığı, diğeri hayal ettiği.
Yaşadığımızla yüzleşmeden, hayallerimize kavuşamayız.
Zaten hayatımız, ihtiraslarımızı tatmin edemeyecek kadar kısa değil mi?
*Bu yazı Talat Atilla'nın Güneş Gazetesi'ndeki köşesinden alınmıştır...