29 Ekim 1933, Cumhuriyet tarihimizin en önemli günlerindendi. Çünkü, Türkiye Cumhuriyetimizin kuruluşunun 10. Yıldönümü idi.. 10. Yıl kutlamaları çok candan geçit resmi ve törenlere sahne olmuştu.
Törenlerde, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Başbakan İsmet İnönü, Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, diğer Hükümet üyeleri ve yabancı misyon temsilcileri de yer almışlardı.
Akşam olunca da Ankara Palas otelinde ve Ziraat Bankası binasında balolar verilmişti. Atamız da, Etnografya müzesinde kordiplomatiğe verdiği davet sona erince, bu balolara katılmak istemişti.
Yanındakilerle birlikte arabalara binmişler. Ziraat Bankasının önünde inmişlerdi.. Fakat içerisi tıklım tıklım dolu idi..
Bu yüzden balo salonuna giremediler.. Genel müdürün odasına gittiler.. Bir süre orada oturduktan sonra Atamız, yanındakilerle birlikte salona indi.. Ne var ki, kalabalık yüzünden, o kapıdan da girmeleri mümkün olmadı..
Hal böyle olunca, Atamız, kapının önüne bir iskemle getirtti.. Üzerine çıkıp, davetlilere oradan hitap edebilmeye çalıştı.. Sorulan sorulara cevap verdi..
Bu arada Doktor Zeki isimli bir genç de Atamızla görüşmek istemişti..
Ve Ata’ya üç soru sordu..
Son sorusunda da şöyle soruyordu:
“Paşam, milletlerin babadan oğula devreden uzun vadeli idealleri vardır. Siz bize böyle bir ideal açıklamadınız. Belki herkes biliyordur ama, ben bilmiyorum. Bunu bize anlatır mısınız?”
Bu soru üzerine Atamız, Zeki’yi de yanına alarak Genel Müdürün odasına gitti..
Orada, duvardaki Türkiye haritasını göstererek Doktor Zeki’nin sorusuna şu cevabı verdi:
“Bu haritanın üzerine abanmış olan ülke blokları gibi, Türkiye’nin ağırlığı da benim omuzlarımdadır..
Düşün bir kere, Osmanlı İmparatorluğu ne oldu? Macaristan İmparatorluğu ne oldu? Almanya nereden, ne hallere geldi? Demek ki asla unutulmasın, hayatta her şey sürgit değildir..
Sovyet Rusya bugün dostumuzdur, ama yarın ne olacağını kimse bilemez..”
Bütün bunları, olaya tanık olanlardan İhsan Sabri Çağlayangil ANILAR’ında çok güzel anlatır..
Kitabında, Atatürk'ten İnönü'ye, Demirel'den, Celal Bayar'a, Menderes'ten, Özal'a, de Gaulle'den, Thatcher'a uzanan yılları adeta canlandırır..
Yassıada'dan Zincirbozan'a, Valilik yıllarından Dışişleri Bakanlığına kadar, bir asra yaklaşan ömrünü, Çağlayangil'in kendi ağzından dinleriz.
Bunları niye mi anlattım?
Acaba balo salonlarına Atamızın bir türlü girememesi gibi bir olayı, bugün başımızda olanlar da hiç yaşamışlar mıdır? Daha doğrusu böyle bir olayın bugün cereyan edebilesi mümkün müdür?
Doktor Zeki gibi bir genç bugün olsa, başımızdakilere onun Atatürk’e sorduğu türden sorular sorabilir miydi?
İnşallah Türkiye Cumhuriyetimiz de, Atamızın anlattığı tarihi gerçeklere, Osmanlının yok oluşuna, Almanya’nın, Avusturya’nın falan maruz kaldığı hallere, bu gidişat sonunda maruz kalmaz, demekle yetinelim..