Bugünden itibaren 1982 Anayasasındaki, yeni bir Anayasanın yapılmasını lüzumlu kılan yönlere ilişkin bir dizi yazılar yazacağım.
Bu yazımıza 1982 Anayasasının Başlangıç kısmından başlamak istiyorum.
Yüce Devlet
Anayasanın ilk metninin Başlangıcında “kutsal Devlet” kavramı yer almakta idi.
Bu metin 23.07.1995 tarih ve 4121 sayılı Kanunla değiştirildi.
Bu değişiklikle, dini izlenim veren kutsal Devlet yerine “yüce Devlet” ifadesi yazıldı.
Peki, bu değişiklikle ne değişmiş oldu?
Değişiklikle, devletin “kutsal” olmaktan çıkarılarak “yüce”leştirilmesi kötü bir şey midir; ya da arzu edilen bir şey midir? sorularının cevaplanması gerekiyor.
Bu soruların cevabı, sadece “kutsal” ya da “yüce” kelimelerinde mevcut değildir.
Bu kavramların, Anayasadaki hükümleri bütünü içinde değerlendirilmesi gerekir.
1982 Anayasasının ilk metnindeki hükümlerin bütünü, bireylerin hak ve hürriyetlerini minimize eden bir yapıya sahipti. Hak ve hürriyetlerle devletin yetkilerinin dengelenmesinde, terazinin kefesi devletin iktidarı lehine belirgin bir şekilde baskın idi.
Anayasanın Yüce Devlet Ruhu
Anayasanın ruhunu, Başlangıcı teşkil etmektedir. Bu durum, şu şekilde belirtilmiştir:
“Bu Anayasa, …FİKİR, İNANÇ VE KARARIYLA anlaşılmak, sözüne ve RUHUNA bu yönde saygı ve mutlak sadakatle YORUM’lanıp uygulanmak üzere”.
Bu ifadelerle, 1982 Anayasasının bütün maddelerinin, LAFZI’nın (sözü) ve RUHU’nun, Başlangıçtaki ilkelere göre yorumlanması ve uygulanması emrediliyor.
Anayasaların, genellikle edebî bir üslupla yazılan Başlangıç Kısımında, Anayasanın yapılmasını lüzumlu kılan ehemmiyetli hadiselere, toplumu bir arada tutan manevi bağların temel unsurlarına, toplumun Anayasa yapımına ilişkin sergilediği kararlı tutum ve başarı hikâyesinin taltif ve takdir edilmelerine ilişkin ifadelere yer verilir. Bazı Anayasaların Başlangıcında Anayasaya ruh veren ideolojik manifestoya vurgular yapılır. Bu ifadelerin birçoğu esasen “anayasal kavram” mahiyetinde olmadıkları, için, çoğu Anayasalarda bunlar Anayasanın metnine dâhil edilmezler.
Ülkemizde 1982 Anayasasının 176. maddesindeki “Anayasanın dayandığı temel görüş ve ilkeleri belirten başlangıç kısmı, Anayasa metnine dâhildir” hükümyle, baştan sona siyasî ideolojik bir muhtevaya sahip olan Başlangıç Kısmı Anayasanın metnine dâhil edilmiştir.
Anayasanın 176. maddesindeki “Anayasanın dayandığı temel görüş ve ilkeleri belirten başlangıç kısmı…”, hükmü, Başlangıçtaki “Bu Anayasa, …FİKİR, İNANÇ VE KARARIYLA anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere” hükmünü tamamlayıcı mahiyettedir.
O zaman şöyle bir sonuç ortaya çıkıyor:
“Anayasanın, dayandığı temel ilkeler ve ruh, Başlangıç Kısmında mevcuttur”.
Kanunlara ve bazı hak ve hürriyetlere ilişkin anayasallık denetimlerinde, Anayasanın ruhuna uygunluğu Başlangıçtaki ilkelere göre belirlenecektir.
Nitekim AYM’nin de bu yönde bazı kararları mevcuttur. AYM’ne göre:
“…her Türk vatandaşının... maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirmek hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu fikir, inanç ve kararıyla anlaşılması, ‘sözüne ve ruh’una bu yönlerde de saygı gösterilmesi,…” (E. 1989/1, K. 1989/12, KT: 07.03.1989).
AYM’nin 2012 yılı öncesinde verdiği başörtüsüne ilişkin kararındaki otoriter, militan dışlayıcı laiklik yorumunun temelinde, 176. madde ile Başlangıçtaki temel ilkeler mevcuttur.
Canlılar, ruh ve cesedden teşekkül ederler. İnsanların da, hayvanların da cesetleri ruhları ile kaimdir. Ölüm denilen şey de, esasen ruhun cesedden çıkmasından ibarettir. Bu sebepledir ki, bütün canlılarda maddi vücudun etkinliklerinde belirleyici olan ruhtur. Cesetler, ruhların faaliyet araçlarıdırlar. Canlı bir vücutta, gören göz değil, göz vasıtası ile ruhtur.
Her bir insandaki ruh, bazı sıfatlarla bütünleşmesine bağlı olarak, ceset vasıtasıyla farklı davranışlar sergilerler.
Mesela tahkiki iman sahibi olan inançlı, tam takva sahibi olan insanlarda, ruhun beden üzerindeki yönlendiriciliği, günahlardan mutlak kaçınma, ibadetleri tam yapma, “pire”yi bile incitmeme, kişilerin haklarına kesinlikle tecavüz etmeme yönünde olacaktır.
Katliamdan haz alan, başkalarının haklarını ihlal etmeyi alışkanlık edinmiş, dini, ahlaki vb. hassasiyetleri mevcut olmayan, başkalarının hak ve hürriyetlerini gözetmeyen bir insanda, ruhun, bedeni yönlendirmesi, başkalarına sürekli zararlar verici yönde olacaktır.
1982 Anayasasının Başlangıcındaki Anayasanın bütününe sirayet eden ruhun en belirgin vasfı, devleti bireylere karşı üstünleyen “yüce devlet”tir.
“Yüce devlet”, “hukuk devleti”nin mevcut olmadığı ya da zayıf olduğu devlettir.
Hukuk devleti, “meşru güç kullanma tekeline sahip devletin iktidarına karşı bireylerin hak ve hürriyetlerinin Anayasa ve sair hukuk kuralları yoluyla teminat altına alındığı devlet” demektir. Bu güvenceyi en üst düzeyde sağlayan hukuk metni Anayasadır.
“Yüce devlet”te ise bireylerin hak ve hürriyetlerinden ziyade, devletin hak ve hürriyetlere yönelik yetkileri üstünlenmektedir. Bu Devlette, bireylerin hak ve hürriyet alanı değişen ölçülerde hukuk devleti ile çelişecek şekilde daralır. Anayasadaki hak ve hürriyetlere ilişkin hükümlerin teminat sağlama özelliği zayıflar, otoriter ya da totaliter yönleri baskın olan bir devlet anlayışı ve ruhu ortaya çıkar.
Nitekim 1982 Anayasasının ilk metnindeki hak ve hürriyetlerin alanını üst düzeyde daraltan hükümlerle “kutsal/yüce devlet” kavramı bütünlük içerisinde değerlendirildiğinde, otoriter bir devlet ruhunun ortaya çıktığı görülmektedir.
Anayasanın çok sayıda değişikliğe uğrayan mevcut metninde de, hak ve hürriyetlerin güvenceli olması yönünün baskın olduğu pek söylenemez. Aslında Anayasanın 13. maddesine göre, “hak ve hürriyetlerin sadece ilgili maddelerdeki sebeplere göre sınırlanması” gerekirken, 14. madde ve Başlangıç kısmı da sınırlamalarda ölçüt olarak alınabilmektedir. Hatta 14. madde, bir nevi genel sınırlama sebepleri gibi işlev görmeye müsaittir.
Anayasanın 14. maddesi ile her bir hak ve hürriyetin düzenlendiği maddelerdeki sınırlama sebeplerinin, Başlangıçtaki devleti yüceleştiren ruha göre yapılması gerekir.
Başlangıçtaki yüce devlet ruhu ve bu ruhu şekillendiren diğer ilkeler, Anayasanın ruhunu, hukuk devletinden uzaklaştırarak, katı/otoriter bir kimliğe büründürmektedir.
Yüce Devletten Güçlü Devlete
“Yüce devlet” ile “güçlü devlet” aynı şeyler değildir.
Bazen yüce devlet, aynı zamanda güçlü de olabilir. O zaman, devlet, gücünü, hak ve hürriyetlerin aleyhine olacak şekilde, devletin yüceltilmesi yönünde kullanır. Bu durumda, hukuk devleti geriler, keyfilikler artar, hak ve hürriyetler yönelik güvenceler zayıflar.
Fakat hukuk devletleri de güçlü olabilir. Hukuk devletinde, devlet, gücünü, ülke içinde hukukun hâkim kılınması, haksızlıkların önlenmesi, adaletin tesis edilmesi yönünde, uluslararası ilişkilerde de diğer devletlere ve uluslararası kuruluşlara (saldırı) karşı kullanır.
Güçlü olan hukuk devletinde, sahip olunan güç, bireylerin hak ve hürriyetlerinin teminatını teşkil eder. Gücün hedefi, adaletin tesis edilmesi, hukukun hâkim kılınmasıdır.
Güçlü hukuk devletlerinde, Mafya örgütlere izin verilmez. Mahkemeler, hakkın korunmasına odaklanır. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, hukuk devletinin gücünden güç alır. Kurumsal yapı, anayasanın ve hukukun üstünlüğüne odaklanır.
Devletin gücünün zayıflığı, hukuk devleti açısından da zaaflara yol açar. Devletin zayıf gücü, adaletin tesisine yetmez. Devletin güç zaafı, hak tanımayan sosyal, siyasi güç odaklarının gasp edici davranışlarını engellemeye yetmez. Anarşi, terör, haksız kazançlar, kamusal güçlerin haricindekiler tarafından gerçekleştirilen hak ihlalleri önlen(e)mez.
Bu sebepledir ki, devlet, “yüce” değil “güçlü” olmalı; bu gücünü de, hukuk devletinin gereklerinden yana kullanmalıdır.
İşte o zaman, Osmanlı Devletinin kurucu manevi mimarlarından Şeyh Edebâlî’nin “insanı yaşat ki devlet de yaşasın” sözünün gerekleri yerine gelmiş olur.
Yukarıdaki izah edilen sebeplerden dolayı, mevcut Anayasadan, hukuk devleti ile esaslı bir şekilde çelişen “yüce devlet” ifadesi kaldırılmalı, şayet yeni Anayasa yapılacaksa, bu Anayasa’da “yüce devlet” kavramına kesinlikle yer verilmemelidir. Ayrıca, Anayasanın bütününün de, “yüce devlet” yerine, “hukuk devleti” ilkesi ile uyumlulaştırılması gerekir.
Bu vesileyledir ki, mevcut ya da yapılacak yeni Anayasada, bir “ruh değişikliği”ne ihtiyaç vardır. Anayasanın, habis “yüce devlet” ruhu atılarak, halis “hukuk devleti” ruhuna kavuşturulması, yapılacak yeni Anayasada mutlaka bu ruhun hâkim kılınması gerekir.