Türkiye’de akademik camiada da, siyasi ve toplumsal çevrelerde de en çok tartışılan konulardan biri “yüzde on (%10) milli seçim barajı”dır.
Seçim Barajlarının Tarihi Seyri
Önce ülkemizde seçim barajlarının tarihi seyrine yer vereceğim.
Ülkemizde 1960’lı yıllarda, 27 Mayıs darbecileri tarafından cezalandırılan Demokrat Parti’nin siyasi mirasçısı kabul edilen Adalet Partisi’nin tek başına iktidar olma ihtimalinin önlenmesi amacıyla, Nispi Temsil Seçim Sisteminin “Milli Bakiye Usulü” benimsenmişti.
07.03.1968 Tarih ve 1036 Sayılı Kanunun, “Bir seçim çevresinde, kullanılan muteber oy pusulaları toplamının, o çevreden çıkacak milletvekili sayısına bölünmesiyle elde edilecek sayıdan az oy alan siyasî partilere ve bağımsız adaylara milletvekilliği tahsis edilemez” hükmüyle, Ülkemizde ilk kez “seçim çevresi barajı” getirildi.
Bu değişiklikle, Nispi Temsil Seçim Sisteminin “Seçim Çevresi Barajlı d’Hondt” usulü kabul edilmiş oldu.
Fakat Anayasa Mahkemesi (AYM) “seçim çevresi barajını” öngören 1036 Sayılı Kanunun bu hükmünü iptal etti (E. 1968/15, K. 1968/13, KT: 3, 4 ve 6 Mayıs 1968).
AYM’nin iptal kararı üzerine, 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadarki dönemde yapılan seçimler, barajsız nispî temsil seçim sisteminin d’Hondt usulüne göre yapılmıştır.
1982 Anayasasının ilk metninde, seçim sistemleri ile alakalı hükümler mevcut değildi.
10.06.1983 tarih ve 2839 Sayılı Milletvekili Seçimi Kanununda, seçim sistemi olarak Nispî Temsil Seçim Sisteminin “çift barajlı d’Hondt” usulü öngörülmüştür.
2839 Sayılı Kanunun 33. maddesine göre, “ülke genelinde geçerli oyların %10’unu geçemeyen partiler milletvekili çıkaramazlar”.
Bu hükümle, 1983 yılında %10 milli seçim barajı mevzuatımıza girmiş oldu.
Bu Kanunun 34. maddesinde bir de “seçim çevresi barajı” düzenlendi. Buna göre:
“Bir seçim çevresinde, kullanılan geçerli oylar toplamının, o çevrede çıkarılacak milletvekili sayısına bölünmesiyle elde edilecek sayıdan az oy alan siyasî partilere ve bağımsız adaylara milletvekili tahsis edilemez”.
Bu hükümlere göre, bir siyasi partinin milletvekili çıkarabilmesi aşağıdaki iki şartın mutlaka birlikte gerçekleşmesi gerekir:
(1) Ülke genelinde geçerli olan oyların en az %10’nu almış olması,
(2) “her bir seçim çevresinde, kullanılan geçerli oylar toplamının, o çevrede çıkarılacak milletvekili sayısına bölünmesiyle elde edilecek sayıdan az oy almaması”.
Hem “seçim çevresi barajını”, hem de “%10’luk milli seçim barajını” öngören kanun hükümleriyle, koalisyonlara sebep olabilecek şekilde partilerin ufalanmalarının önlenmesi, bu bağlamda yönetimde istikrarın sağlanması amaçlanmıştır.
1995 yılında 1982 Anayasasının 67. maddesine “Seçim kanunları, temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenlenir” hükmü eklendi.
İkili seçim barajını öngören kanun AYM’nin önüne geldi. AYM, şu gerekçeyle, “%10 milli seçim barajı”nın Anayasaya aykırı olmadığına hükmetti:
“Seçim sistemlerinin anayasal ilkelere ödünsüz uygunluğu yanında kimi zorunlu koşulları içermesi kaçınılmazdır. Sistemin doğasından kaynaklanan ve yüzdelerle konulan barajlar, ülke yönünden, seçme ve seçilme hakkını sınırlayıcı, olağandışı ölçülere varmadıkça uygulanabilir, kabûl edilebilir ve aykırılığından söz edilemez belirlemelerdir. … Kaldı ki %10'luk baraj ‘yönetimde istikrar’ ilkesine uygundur ve ‘temsilde adalet’ ilkesiyle de bağdaşmaktadır” (E. 1995/54, K. 1995/59, KT. 18.11.1995).
AYM, şu gerekçe ile “seçim çevresi barajı”nı Anayasaya aykırı bularak iptal etti:
“Anayasa’nın amaçladığı ‘yönetimde istikrar ilkesi’ için milletvekili seçimlerinde bir ülke barajı öngörülmüşken, ayrıca her seçim çevresi için yeni bir barajın getirilmesi ‘temsilde adalet’ ilkesiyle bağdaşmaz” (E. 1995/54, K. 1995/59, KT. 18.11.1995).
23.11.1995 tarih ve 4138 sayılı Kanunla, sadece XX. Dönem TBMM Seçimlerinde geçerli olmak üzere, tekrardan %10 seçim çevresi barajı getirildi. Bu hüküm de, AYM tarafından iptal edildi (E. 1995/56, K. 1995/60, KT. 01.12.1995).
Şu anda ülkemizde tatbik edilen seçim sistemi, %10 Milli Seçim Barajlı Nispi Temsil Seçim Sistemi’nin D’Hond usulüdür.
Seçim Barajına Yönelik tartışmalar
%10 milli seçim barajını öngören hüküm, ülkemizde sürekli eleştiri konusu oldu.
Gerek medyadaki haberlerde, gerekse bazı akademik makalelerde olsun, çoğu kereler çeşitli ülkelerdeki seçim barajlarına yer verildikten sonra genellikle şu belirlemeler yapıldı:
“Türkiye’deki seçim barajı dünyadaki ülkeler içinde en yüksek olanıdır; derhal düşürülmeli ya da tamamen ortadan kaldırılmalı”.
%10 milli seçim barajını öngören hüküm tamamen sahipsiz değildir. Zaten sahipsiz olsaydı, bugünlere kadar korunamazdı. %10 milli seçim barajının korunmasını savunanların temel gerekçesi “yönetimde istikrarın sağlanması”dır.
%10 Milli Seçim Barajının Düşürülmesi Yönündeki Çalışmalar
%10 milli seçim barajının düşürülmesi konusu tartışılırken, arada bir hükümet kanadından da bu konuya ilişkin açıklamalar geliyor.
Hükümet, 14 Haziran 2018 günü yapılan Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimlerinden önce Seçim Kanunu ile Siyasi Partiler Kanununun değiştirilmesi amacına yönelik çalışmalar başlatmıştı. Birkaç toplantıya ben de iştirak ettim.
Erken seçim kararından sonra, çalışmalara bir müddet ara verildi. Seçimlerden sonra da çalışmalar devam etti. Ama hala bir neticeye ulaşılabilmiş değildir.
Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, birkaç gün önce şu açıklamayı yaptı:
“Barajla ilgili olarak şu anda belirgin hale gelen aslında %7, ama bu konuda Cumhur İttifakı olarak MHP'li arkadaşlarımızın nihai kararını bizim arkadaşlarımız henüz almış değiller. Ancak %7 netleşmiş vaziyette. MHP de 7'ye olumlu bakıyor”.
Bu açıklamayı müteakiben, CHP’den de bir açıklama geldi. CHP Milletvekili Gürsel Tekin, milli seçim barajının %5’e kadar düşürülmesi gerektiğini belirtti.
Seçim Sistemine İlişkin Kanaatimiz
Benim seçim sistemi konusunda iki seçenekli önerim söz konusudur.
Birincisi, “tek isimli tek turlu basit çoğunluk sistemi”. Bu sistemle, milletvekillerinin, adaylık sürecinde de, seçilmelerinde de, büyük ölçüde seçmenler etkili olacaktır. Türkiye’de Meclisin güçlü olmasını sağlamanın bir yolu da budur. Önce milletvekilleri, seçmen tabanı ile güçlü ilişkiler içinde olacak, sonra da bu ilişki ve etkileşimleri Meclise yansıtabileceklerdir.
Her ne kadar, hükümet, geçmiş yıllarda bu önerimi içeren bazı önerilerde bulundu ise de, muhalefet çevreleri bu öneriye pek itibar etmediler.
İkincisi, mevcut seçim sistemi içinde “milli seçim barajı”nın bir miktar düşürülmesi.
Seçim barajı kesinlikle %5’in altında olmamalıdır. Aslında, %6 ya da %7 de olabilir.
Bunun sebebi, “TBMM’nin güçlü kılınması” ve “yasama istikrarı”nın sağlanmasıdır.
Türkiye’de sürekli, Meclisin, yürütmeye karşı zayıf kalmasından şikâyet edilir. Şikâyetçilerin en çok üzerinde durdukları ve vurgu yaptıkları konu, Meclisi yürütmeye karşı güçlü hale getirecek bir seçim sisteminin benimsenmesidir.
Peki, bu iş nasıl olacaktır? diye sorulduğu zaman, bu çevreler tarafından, somut içerikli açıklamalar pek yapılmamakta, içeriği belirsiz yuvarlak açıklamalar yapılmaktadır.
Seçim barajı azaldığı ya da sıfır olduğu durumlarda, irili ufaklı her türlü siyasi parti Mecliste temsil olunabilir. Partiler, aldıkları oy oranlarına göre 1 ile 150 arasında milletvekili çıkarabilirler. Bu durumda hiçbir parti kolay kolay Mecliste yeterli çoğunluğu sağlayamaz.
TBMM’de, irili ufaklı her türlü siyasi eğilimin temsil olunmasının, temsilde adalet ve siyasi çoğulculuğun sağlanması açısından önemli olduğu söylenebilir. Fakat mevcut siyasi yapı içinde, bu ufalanmalar, Meclisi daha güçsüz hale getirebilir.
Brezilya’da olduğu gibi (2006 yılı), TBMM’de de 21 tane siyasi partinin milletvekili çıkardığını farz edelim. Siyasi partilerin aldıkları oy oranları %30 ile %1 arasında olsun. 5 tane Başkan’ı destekleyen siyasi parti, 16 tane de muhalefetteki siyasi partiler olsun.
Bu yapı içinde, Başkan’ı destekleyen ittifakın Milletvekili sayısının 270, muhalefetteki milletvekillerinin sayısının da 330 olduğunu farz edelim.
Mecliste muhalefetteki partilerin çoğunluğa sahip olduğu bu duruma, Anayasa Hukuku literatüründe “bölünmüş hükümet” deniyor.
Bölünmüş hükümetler döneminde, bütün muhalif partilerin çoğu konularda ittifak edebilmeleri çok zordur. Başkan’ın bir kanunu veto ettiğini farz edelim. Bu kanun hakkındaki vetonun aşılabilmesi için, en az 301 oyun sağlanması gerekir. Muhalefetteki 16 tane farklı eğilimlerde olan siyasi partinin veto edilen kanun üzerinde anlaşarak çoğunluğu sağlayabilmeleri oldukça güçtür. Bu durumda, ya kanunlar Başkan’ın istediği şekilde çıkacaktır ya da veto aşılamayacağı için kanun yürürlüğe giremeyecektir.
Benzer durum, kanunun Mecliste ilk görüşüldüğü durumlarda da söz konusu olabilecektir. 16 tane muhalefet partisinin, Başkan’ın etrafında şekillenen ittifaka karşı tam bir güç birliği yapamadıkları durumlarda, bölünmüş hükümet de olsa, Başkan’ın her istediği kanun Mecliste çıkabilecektir. Parti disiplininin ve Başkanlık sisteminin birlikte mevcut olduğu ülkelerde, Meclis, gerçek gücüne bölünmüş hükümetler döneminde kavuşmaktadır. Bu şartlarda, Meclisin bölünmüş hükümet döneminde de güçlü olabilmesi pek mümkün ve muhtemel olamayacaktır.
“Yasama istikrarı”nın sağlanabilmesi için, Mecliste birlikte hareket edebilecek güçlü partilere ihtiyaç vardır.
Mecliste muhalif partilerin uzlaşamamaları sebebiyle kanunların çıkarılamaması ya da kanunların veto edilmesi halinde vetonun aşılamaması durumunda, iki ihtimal belirecektir:
Birincisi, veto edildikten sonra 301 oy sağlanamadığı için çıkarılamayan kanunlarla düzenlenen konular Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenlenebiliyorsa, bu alanların düzenlenmesinde inisiyatif Başkan (yürütme) tarafına geçecektir. Bu durumda, bölünmüş hükümet de olsa, Başkan, Meclis’e karşı etkin gücünü koruyacaktır.
İkincisi, şayet veto edildikten sonra 301 oy sağlanamadığı için çıkarılamayan kanunlarla düzenlenen konular Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenlenemiyorsa, bu durumda da hukuki boşluk ortaya çıkacaktır. Ya da değiştirilmesi gerektiği halde değiştirilemeyen ve ihtiyaçlara da cevap veremeyen kanunlar yürürlüğünü sürdürecektir.
Özetle belirtmek gerekirse, barajlar aşağıya doğru düşürüldükçe, Mecliste temsil olunan siyasi partilerin sayıları artabilecektir. Partilerin sayısı arttıkça, Meclisin gücü zayıflayabilecek, yasama istikrarı bozulabilecektir.
Milli seçim barajının %7 ya da %6 olmasının bir faydası da, çeşitli siyasi eğilimlerin ve partilerin ittifakını teşvik etmesidir.
Seçimlerden sonra değil de, seçimlerden önce, uzun sürelere yayılan bir zeminde ittifaka yönelen siyasi partiler arasında ılımlı ilişkiler ortaya çıkacaktır. Bu ılımlılıklar, en azından ittifak eden siyasi partiler arasında ılımlı ilişkileri ve uzlaşıları teşvik edecektir. Bunun neticesi de, siyasi hayatın biraz daha yumuşamasıdır. İttifakların olmadığı bir zeminde herkesin birbirleri ile gerilim içinde çatıştığı ortamın yerini, en azından ittifak eden partiler arasında ılımlı ilişkiler alacaktır. Bunun da, Ülkemizdeki siyasi hayat açısından olumlu bir gelişme olacağı kanaatindeyim.