Taha Kıvanç/Yenişafak
Gazetecinin yanağı
Andıçlar yayınlanıyor ülkemizde, ancak yayınlandıklarıyla kalıyorlar... Oysa insan, özellikle yazılıp çizilince daha iyi görülen yanlışlıkların tekerrür etmemesi yolunda bir kararlılığa dönüşmesini bekliyor bu tür yayınların… Iııh, öyle bir şey olmuyor…
İlk andıç olayını hatırlayalım: İçine 'doğru olmayan' bilgilerin de bilerek karıştırıldığı bir yönlendirme öngörüyordu o 'andıç'; tam bir 'psikolojik savaş' talimatıydı… Bizi ilgilendiren tarafını da unutmayalım: Bir kısım medya mensubunu 'hedef' haline getiren o 'andıç' başka bir kısım medyayı da 'yararlanılacak unsur' olarak görüyordu.
Hatırlamadınız değil mi? İnsan belleği bu kadar zayıf işte…
O ilk andıç belgesinde, bazı gazeteciler ve sivil toplum önderleri 'PKK ile ilişkili' olarak tanıtılıyor ve terör örgütüyle aralarında 'parasal irtibat' olduğu imasında bulunuluyordu. Bu yüzden iki yazar gazetelerinden kovuldu, bir sivil toplum önderi de az kalsın hayatından oluyordu. Aynı andıç belgesi, 'doğru olmayan bilginin yaygınlaştırılması görevini' de öngörüyordu; "Toplumda itibarı olan bir yazara yazı yazdırma veya televizyoncuya yayın yaptırma" göreviydi bu…
Sonradan bilgimiz dâhiline girdiğinde gördük ki, olaylar, aynen öngörüldüğü gibi gelişmiş… Belgedeki 'doğru olmayan bilgi' çok satan gazetelerin manşetine yerleştirildiği gibi, o gazetelerde köşesi olanlar da, sunulan bilgileri hiç sorgulamadan yazdıkları yazılarda, andıç ile hedef alınan yazarlar ve sivil toplum örgütünü suçlamışlar…
Devletin bazı hassas birimleriyle medya organları ve mensupları arasında hiç de hoş olmayan bir ilişkinin varlığını ortaya koymuştu o ilk 'andıç' belgesi... Zaten sonradan, bir kısım yazar, kötü amaçla kullanıldıklarını itiraf etti, kamuoyundan ve zarar verdikleri meslektaşlardan özür diledi…
Herhalde şimdi hatırlamışsınızdır…
Ama işte o kadar… Medyamız bir bütün olarak geçmişte yaşanan ilk 'andıç' olayından yeterince ders almış gibi görünüyor mu size? Geçen hafta deşifre edilen yeni belge meslektaşlarımızın yaşanandan ders çıkarmadığına işaret ediyor… Aynı kurumlar ve aynı kişiler, yanlış işlere devam edip gidiyor bizim ülkemizde…
Her olaya en ters tarafından yaklaşan, "Suçsuz olduğunu kesin kanıtlarla ispat edene kadar benim gözümde herkes suçludur" felsefesine sahip bir dostum var; bu tür konuları onun yanında açmama gibi bir huya da sahibim. Ben değil bir başka dostum konuyu açınca, sözün tam burasında, "İyi de" dedi o ters dost, "Bazı kişiler o tür ilişkiler sayesinde konumlarını muhafaza etmiyorlar mı?" Gözümün önünden bir dizi isim geçti ve zor da olsa "Elbette hayır" cevabını verdim…
Ağız dediğin torba değil ki büzesin; insanlar ilişki tarzına bakıyor ve olmadık sonuçlar çıkarabiliyorlar…
Şu sıralarda ABD'de en fazla konuşulan konu bir biçimde bizdeki tartışmayla benzeşiyor. Daha ayrıntılı da değinmek istediğim bir konu 'Scooter' lâkaplı Lewis Libby'nin başına gelen… Libby, Beyaz Saray'da Başkan Yardımcısı Dick Cheney'in sağ koluydu; Bush-Cheney ikilisi medyayı onun aracılığıyla manipüle ediyordu. İkilinin Irak'a savaşa gitmek için yalan-dolana başvurdukları noktada yine Libby devreye sokuldu ve tanıdığı gazetecilere doğru olmayan bilgiler sunması sağlandı.
Özel savcının açtığı dâvâda, jüri, Scooter Libby'i kamuya yalan söylemekten suçlu buldu. 5 ilâ 25 yıl arasında bir ceza bekliyor adamı. Neo-Çılgınlar, önce "Libby'in savunmasına destek fonuna yardım kampanyası" açmışlardı, cezayı engelleyemeyince, bu defa, "Bush onu affetsin" demeye başladılar…
Konunun bizi ilgilendiren yönüne New York Times (NYT) gazetesi değindi önceki gün: Libby olayı üzerine, Amerikan medyası, haber kaynağıyla gazeteci arasındaki ilişkiye değgin kurallarını yeniden gözden geçirdi; Beyaz Saray ve Savunma Bakanlığından gelen haberlere daha sıkı bir elek uygulamaya başladı. Kendisine gelen haberi 'yalan' olduğunu bildiği halde gazetesine sokuşturan Judith Miller adlı ödüllü yazar NYT'tan kovuldu. Buna karşılık, Savunma Bakanlığı da, mensuplarına, "Gazetecileri aldatmayın, daha şeffaf olun" talimatını verdi.
İki taraf da ders aldı olaydan… Bizde ne oldu peki?
Geçenlerde Mehmet Barlas'ın Başbakan Tayyip Erdoğan'ın yanağını okşamasını ciddi ciddi tartıştı medyamız. "Olurdu, olmazdı" diye… O konuda benim ölçüm şudur: "Yanağında öpücük izi değil, tokat izi bulunanı makbuldür gazetecinin…" (Dikkat ediniz, "Gazetecinin…" dedim; 'politikacının makbul olanı' için mutlaka başka bir ölçü vardır…) Yeni 'andıç' belgesinin sergilediği gerçekler gözüyle gazetecinin durumunu ise tartışmadık bile…
Mutlaka ve kapsamlı biçimde tartışmalıyız.
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...