M Ali Kışlalı/Radikal
TSK’dan beklenen
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yeni komuta kadrosunun belirlenmesi medyada çeşitli beklentilerin sergilenmesine sebep oldu. Bunların bir kısmının TSK’nın işlevinin tam bilinmemesinden ileri geldiğini düşünüyorum. Belki bir kısmı da, bu ülkenin en önemli kurumlarından birinin kendini topluma iyi anlatamamasının neticesi.
Oysa TSK’nın iki görevi var: Bunlar Cumhuriyet’in ve anayasal rejimin korunmasıyla ilgili.
27 Mayıs öncesi durum ve bu kurum ile ilgili uygulamalar bir yana, daha sonraki dönemde, bu konulara ilgi duyan bir basın mensubu olarak gördüğüm değişmeyen bir şey var.
O da TSK’nın başına hangi komutan ve heyeti gelirse gelsin temel yaklaşımın kırmızı çizgilerinin muhafaza edilmesidir. Çünkü tüm TSK bu prensiplere göre yetişiyor.
Bu çizgileri deneyimli politikacı Mesut Yılmaz veciz şekilde Avrupalılara ifade etti, “Türkiye’de askerin kaygısı ülkenin bölünme ve dini yönetime dönüşme olasılığından gelir. Siyasi iktidarlar onları bu konularda temin ettikleri takdirde asker ile sivil arasında sorun olmaz” dedi.
İşte, kendisine aydın denen birçok kişinin bu gerçeği anlaması için hâlâ bir çaba göstermediği görülüyor. Böylece doğru olmayan ‘Türkiye’de asker siyasete karışıyor’ görüntüsü yaratılıyor. Her komuta kademesi değişikliği sırasında da, yeni gelen başkomutanın ortama damgasını nasıl vuracağı hakkında beklentiler oluşuyor. Bu yanılgılara biraz da göreve gelen Genelkurmay Başkanlarının kişiliklerinden ileri gelen üslup farklılıkları sebep oluyor.
Birbiri peşi sıra bu makamı üstlenen üç orgeneralin yaklaşımının farklılıklarının ardındaki değişmeyen temel prensipler dikkatten kaçıyor.
Bunda biraz Hilmi Özkök’ün, kimi meslektaşlarım ve kimi silah arkadaşları tarafından tanımlanmasındaki vurgulama da rol oynadı. Medyaya zaman zaman ‘demokrat’ olarak sunuldu. Dönemi sonunda da kimi silah arkadaşınca yaklaşımı ‘TSK’ya ağırlık kaybettirdi’ olarak değerlendirildi. Oysa Hilmi Paşa esasta TSK’nın yasal misyonu ile ilgili ‘kırmızı çizgiler’in ne olduğunu hem hareketleri, hem de söylemiyle gerekli zeminde hep açıkça ortaya koymuştu.
Yaşar Büyükanıt ise, Özkök’e göre daha sert görünüm kazanmıştı. Çünkü camiada onun bıraktığı eksiklik görüntüsünün farkındaydı. Bunu üslup farklılığını giderici yaklaşımla telafi etmek istedi. Ancak görevi sırasında karşılaştığı olaylar kendisine bu olanağı sunmadı.
Şimdi farklı kişiliği ve üslubuyla İlker Başbuğ bu önemli görevi üstlenmiş bulunuyor. O da TSK’nın bilinen ana çizgilerini, ancak kendi üslubuna göre izleyecek.
Özkök ve Büyükanıt dönemlerinin içinde yaşadığından, onların üslup kaynaklı zayıf ve kuvvetli yanlarını biliyor.
Bu deneyimlerine göre davranacağını düşünüyorum.
Bu kişisel gözlemlerime dayanarak yaptığım değerlendirmenin sebebi; kimi çevrede ve medyada ifade edilen ‘TSK’dan beklentiler’deki farklılıklar ve kaygılar oluşması.
Türkiye’nin bir bunalım, hatta kaos döneminden geçtiği bugünlerde TSK’nın yeni komuta heyetinin, hem AKP siyasi iktidarı ile olabildiğince uyum içinde olmasına hem de bilinen temel sebeplerden dolayı kendisinden büyük beklenti içinde olan kitleleri umutsuzluğa sevk edici hareketlerden kaçınmasına gereksinim var.
Bunu onlara ‘darbe’ ya da ‘müdahale’ umudu vererek değil, meşru zeminlerde uygun görüş ve kararlılık açıklayarak yapması gerekiyor.
Bu hassas konuda, son Yüksek Askeri Şûra toplantısından, siyasi iktidarı tedirgin ettiği bilinen ‘ihraç’ kararlarının çıkmamış olmasının tartışmalara ve tereddütlere sebep olduğu görülüyor.
Bu durumun CHP tarafından gündeme getirilen, Büyükanıt’a sağlanan zırhlı araç konusuyla gerginleştirilmesi de rahatsızlık yaratıyor.
TSK’nın her şeyden önce, günün kendine özgü koşulları içinde, kendini ve topluma anlatması gereken sorunları iyi izah etmesi gerekiyor.
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...