Geçen hafta iki katliam birden yaşandı; ikisi de birbirinden vahşi, birbirinden acımasız. Amerika'da (Virginia) yaşanan olayda 23 yaşındaki bir öğrenci tam 33 kişinin ölümüne neden oldu. Malatya'da yaşanan menfur olayda üç kişi katledildi. | |
Olayların ayrıntısına inildikçe karşımıza tüyler ürpertici bir cinnet çıkıyor. Öyle ki, her şeyiyle normal görünen, en azından öyle olduğuna inanılan, kişi ya da kişiler, bir anda acımasız bir canavara dönüşüyor ve insan hayatına kastedebiliyor. Bu tür durumlarda en zor görev yine medyaya kalıyor. Çünkü olayı soruşturmakla yükümlü olanlar, somut gerçekler ve deliller üzerinden kendilerine yol bulurken medya, algı yönetimini de göz önüne almak zorunda kalabiliyor. Bilginin doğru takdim edilmesi yetmiyor; kullanılacak üslubun da çok dikkatli bir şekilde dengelenmesi gerekiyor. Sosyal ayrışımları göz önüne alarak, kin ve intikam duygularına neden olacak imalardan bile sakınmak ihtiyacı çıkıyor ortaya. İşte bu noktadan iki katliama, iki medya yaklaşımı açısından bakmakta fayda var. Çünkü farklı yaklaşımlar sadece medyanın haber tarzını ortaya koymuyor; aynı zamanda sosyal şuurun değişik yansımalarını da gün yüzüne çıkarıyor. Sorumlu yayıncılığa iyi bir örnek... Amerika'da yaşanan katliamın ayrıntısını New York temsilcimiz İdris Gürsoy'a sordum. Aldığım cevaplar şaşırtıcıydı. Mesela güvenlik birimleri olayın hemen akabinde habercilere periyodik bilgilendirme toplantısı yaptı ve bilgi akışı hiç kesilmedi. Doğru ve hızlı bilgilendirme, spekülasyonların önüne geçti. Kısa bir süre içinde katilin Güney Koreli bir genç olduğu ortaya çıktı. Ancak medyanın ezici bir çoğunluğu, çok dikkatli bir dil kullandı ve hadiseyi öğrencinin milliyetinden, dininden, (kısaca kültürel kimliğinden) hareketle genelleme yoluna gitmedi. Bilgiler olabildiğince objektif kriterlerle sunuldu ve genel bir öfkeye sebep olmaktan kaçınıldı. Amerika'da yaşayan Korelilerin üzüntüsüne dikkat çekildi. Cenaze töreni Virginia Tech'in kampüsünde yapıldı. Törene ABD Başkanı Bush da katıldı. Törende Hıristiyan, Müslüman, Yahudi ve Budist din adamları konuşma yaptı. Saldırıyı topyekûn kınıyordu Amerikalılar. Her dinden, her etnik kökenden insanlar vardı törende ve televizyonlardan canlı yayınlanıyordu cenaze töreni. Kan ve kinden reyting hesabı yoktu ortada. Tam aksine, menfur bir olayın hüznüyle millet olmanın değeri hatırlanıyordu... Zaman geçtikçe katil hakkında yeni bilgilere ulaşıldı. İçine kapanık, yalnız bir genç portresi çıkıyordu ortaya. Psikolojik problemlerine dair yeni bilgiler elde edildi. Mesela 2005'te psikolojik tedavi gördüğü anlaşıldı. Tehlikeli biriydi, intihara eğilimi vardı. Tam bu noktada ilginç bir bilgi sızdı kamuoyuna: Katil, NBC'ye fotoğraflar ve görüntüler göndermişti. Kanal yöneticileri, alelacele davranıp bunları neşretmedi. Önce güvenlik güçleriyle görüşüldü. Akşam saatlerinde verilen izin sayesinde NBC, görüntüleri kamuoyuyla paylaştı. Katil, "Zayıfların ve savunmasızların kuşağına ilham olması için İsa gibi ölüyorum." diyordu. Şizofren beynine vurmuş; cinnet katliama dönüşmüştü. Cinnet, ancak cinnet doğurur; ancak medya önemli bir duruş sergileyerek kan revan içinde yeni cinnetlerin oluşmasına -zımnen de olsa- sebep olmak istemiyordu. Sorumlu yayıncılık dediğin de budur zaten... Gelelim bizdeki katliama. Daha ilk dakikadan başlayan müthiş bir bilgi kirliliği çıkıyor karşımıza; çünkü bilenler sustukça bilmeyenler uyduruyor. Resmî makamlar hadisenin seyrini periyodik ve disiplinli bir bilgi akışına dönüştürmedikçe, araya dedikodular, senaryolar giriyor. Vahşetin tüyler ürperten ayrıntılarına ulaşmak için adeta yarış yapılıyor. Boğazı kesilmiş insanlar, defalarca bıçaklanmış kişiler, işkence ayrıntıları... Yani cinnetin fotoğrafı! Hiç kimse bu durumu, 'bu vahşeti anlatıyoruz ki herkes gerçeği bütün çıplaklığıyla görsün' mantığıyla mazur gösteremez. O zaman sorumlu yayıncılık diye bir kavramı silmek gerekir lügatlardan. Karşımızda bir korku filmi yok; sapıkça işlenmiş bir cinayet var. Bunun ayrıntısı bir tiksinti meydana getirse bile, caniler için özendirici bir tasvir yapıldığı da ortadadır... Artık marjinal hanesine adını kaydettirmiş bir gazetenin daha ilk anda attığı başlığa bakar mısınız: Malatya'da dinci vahşet! Cinnetin ideolojisi olamaz. Cani, kendine bir gerekçe bulur ve bunun üzerine odaklanır. Kurtuluş o noktadadır artık onun için. O yüzden bu duruma gelmiş birinin kültürel kimliğinin önemi kalmamıştır. Yalnızdır, uyumsuzdur, umutsuzdur... Vahşetin toplumsal ayrışma amacı olduğunda, buna iletişim araçları engel olmalıdır. Çünkü cinayetin asıl maksadı budur. Öfkeyi kızıştırmak, nefreti körüklemek, intikam hissi uyandırmak, cinayeti meşrulaştırmak. Medya, planlı katliamlara karşı sadece olayın kendisiyle ilgilenmez; aynı zamanda verilmek istenen mesaja da kafa yorar. Aksi takdirde canilerin tuzağına düşer. Nedense bizim medyanın bir bölümü olayların daima ayrıştırıcı yanına temas ediyor. Öyle ki Amerikan basınının genel omurgası, Koreli caniden yola çıkarak genelleme yapmazken bizimkilerin kolu, Amerika'daki bazı internet sitelerinin dar alandaki spekülatif yorumlarını bile cımbızlıyor ve katilin kolunda yazan bir simgeden yola çıkarak hadiseyi Müslümanlara, Türkiye'ye kadar dayayabiliyor. Vahşet üzerinden ideolojik saldırı Malatya'daki menfur saldırı tabii ki tesadüf değil, tabii ki Türkiye'ye yönelik provokatif mesaj(lar) içeriyor. Bu ülkeyi dünya kamuoyu huzurunda küçük düşürmek, zor durumda bırakmak için daha ne yapmaları gerekiyor ki? Trabzon'da bir rahip öldürülüyor, ardından Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni bir suikasta kurban ediliyor ve akabinde Malatya'da misyonerlik yapan bir yayınevinde insanlar boğazlanıyor. Bir planın kare kare uygulanması, bu büyük planın küçük piyonlarına bakılarak yok sayılamaz. Genç bir nüfus yaşıyor bu ülkede; ağzından çıkanı kulağı duymayan birçok adamın yaşadığı gibi. Kürsüye çıkıp bu ülkenin misyonerler tarafından işgal edildiğini söyleyen, ülke satılıyor diye haykıran koca koca adamlar, genç, ama umutsuz, enerjik ama işsiz insanları ne kadar tahrik ettiğini bilmiyor; belki de bilmiyor gibi yapıyor. Kışkırtmaların varacağı nokta buydu; şimdi herkes şokta. Ancak bu badireyi aşmanın yolu yine sorumluluktan geçiyor, akılcı tedbirlerden geçiyor, mantıklı uygulamalardan geçiyor... |
Ekrem Dumanlı-Zaman
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...