RAMAZAN gelince böyle olur.
Ve her gün gazetelerin tepesinde yer alan bikiniler, bacaklar, kalçalar, g-stringler yok olur, onların yerinde ramazan kampanyaları başlar:
"Herkese dua kitabı..."
"Ayetler ve manaları..."
"Renkli namaz rehberi..."
"Açıklamalı hadis..."
"Peygamber Efendimizin hayatı..."
"Herkese Kuran-ı Kerim ve meali..."
Bana sanki editörler yedi kat göklere uçtular da, ramazanın birinci günü yazı işleri masasına birer evliya olarak iniverdiler gibi gelir.
Ben her ramazan başında bizim medyayı, gerektiğinde külah takıp boynunu bükerek mevlit okuyan bar şarkıcısına benzetirim.
*
Beterin beteri var, keza siyasetçilerin, bürokratların, işadamlarının dünyasındaki Ramazan’ı bir bilseniz...
Herkesin en iyi duyacağı şekilde "İftar davetleri" başlar. Büyük otellerin salonlarında görkemli iftar sofraları kurulur.
Oruç tutmayanların bu davetlere koşup, ezanın okunmasını huşu içinde bekleyişleri... Ve zeytinle bir oruçlarını açışları vardır ki...
Bir de "Allah kabul etsin" diyenlere utanmadan "Cümlemizinkini..." deyişleri...
*
Ben ramazan etkinliklerine bakıp, bu kadar inançlı bir toplumda işlerin daha iyi gitmesi gerektiğini düşünürüm.
Misal; bu kadar çok rüşvet olmaması gerekir...
Bu kadar çok hırsızlık-avanta-gasp da olmamalı...
Yalan...
Dolan...
Sahtekárlık...
Bozuk-hileli gıda maddelerinden, fahiş kárlarla yoksulların dolandırılmasına... Demiri-çimentosu çalınmış binalardan, yağmalanan kentlere... 300 liraya çalıştırılan gençlerden, ecnebi ülkelerdekinin beş katı yüz kızartıcı suçlara kadar...
Bakarım; biraz fazla...
*
Olsun...
Bu ramazan günlerinde, tertemiz yüreğiyle görkemsiz iftar sofrasına oturan, alnının teri ile kazandığı ekmeğini bölen, aklı ile inancını yoğurmuş, vicdanı rahat insanlarımıza seslenmek istedim sadece:
Allah kabul etsin...
Bekir Coşkun/Hürriyet