E-posta :
  Şifre :
    ► Üye olmak istiyorum
    ► Şifremi Unuttum

UFUK GÜLDEMİR KENDİ TELEVİZYONUNDA KONUŞTU! 

Basın Kulübü’nün bu haftaki gazeteci konukları; Habertürk Ankara Temsilcisi Taki Doğan, DSP Genel Sekreteri Ahmet Tan, gazeteci-yazar Leyla Umar, Habertürk Genel Yayın Müdür Yardımcısı Murat Ongun, Vatan Gazetesi yazarı ve televizyoncu Reha Muhtar, Star TV Genel Yayın Yönetmeni Erdoğan Aktaş.

23.10.2006 - 02:49
UFUK GÜLDEMİR KENDİ TELEVİZYONUNDA KONUŞTU!

 

Melih Meriç: Ben Uğur Dündar’ın da bu programa katılmasını özellikle istedim. Kendisine teklif yaptım, ancak bir cevap alamadım. Ben sizin analizlerinize baktım, neler söylemişsiniz, ne konuşmuşsunuz. Bugüne baktım aynı meseleler devam ediyor. Yine laiklik, ifade özgürlüğü tartışmaları var. Siz analizlerinize bakınca ne düşünüyorsunuz merak ediyorum.

 

Ufuk Güldemir: Eskiden biz boşa konuşuyoruz diye düşünüyordum. Cumhuriyet’in Amerika temsilciliğini yaptığım yıllarda gazeteler böyle internetten okunamazdı. Taze gazeteyi ancak uçağa bindiğimizde bulurduk. Her seferinde gazetede aynı tartışmayı görür ve Türkiye çok enerji kaybediyor diye üzülürdüm. Fakat bugün baktığımda bunun öğrenme süreci olduğunu düşünüyorum. Bazılarımız daha çabuk öğreniyor, bazılarımız daha geç öğreniyor. Bu demokrasinin bir erdemidir. Yani demokrasi de çok hızlı olmuyor ama sağlam oluyor. İnsanlar laikliği öğreniyor. Bize laiklik öğretildi, şimdi yerleşiyor. Dolayısıyla ben bunları 10 sene önce söyledim ama ben o zaman azınlık arasındaydım, şimdi bunları birçok insan söylüyor. Dolayısıyla biz kazanıyoruz makul insanlar, normallikten yana olanlar… Çoğunluğun kazandığını düşünüyorum. Aşırılık demokrasilerde yaşamıyor.

 

Melih Meriç: Sağlık olarak kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

 

Ufuk Güldemir: Sağlık olarak tabii ben iyi hissediyorum ama, iyi hissetmekle iyi olmak iki ayrı şey. İyi hissetmek güzel ama iyi hisseden herkes iyi olmayabilir. Benim durumunda olduğu gibi. Ben iyi hissediyorum ama yüzde yüz iyi değilim. Bunu biliyorum ama iyi olma mücadelesi veriyorum asıl önemlisi bu. Sağlık olarak da iyi olmaya çalışıyorum.

 

Reha Muhtar: Muhabirlikten başladın ve bir medya grubunun patronluğuna kadar geldin. Bu bizim mesleğimizde pek görülen bir başarı değildi. Bir röportajında, “İyi yaptığım işlerden sonra beni ne zaman kovacaklar diye düşünmemek için medya patronu oldum” diyorsun. Senin çok parlak bir meslek hayatın vardı ve patron olarak da bu müessesi gayet iyi götürüyorsun. Sana bu korkuyu yaşatan şey neydi?

 

Ufuk Güldemir: Benim en büyük idealim genel yayın müdürü olmaktı. Patron olmak gibi bir idealim yoktu ama ben patron olmak zorunda kaldım. Gazeteci olarak hür gazetecilikle ilgili başarılır mesleki hayatiyet için yeterli değil. Benim eski patronlarıma sorsanız, “Ufuk Güldemir’in gazeteciliği hakkında ne düşünüyorsunuz?” deseniz hepsi parlak şeyler söylerler. Peki, niye olmadı?  Ayrı bazı nedenler söylerler. İşte o ayrı şeylere ben ‘My way’ diyorum, onlar benim yolum. Ayrı şeyler nedir? Kiminin ‘huysuz’ diyebileceği benim ise ‘direnç’ diyebileceğim şeyler. Kiminin ‘dik kafalı’ diyebileceği, kiminin ‘siyasete aldırmıyor’ diyebileceği unsurlar. Bütün bunlar ‘My way - benim yolum’ dediğim güzergahı oluşturuyor. Dolayısıyla bunlarla gazeteci Ufuk Güldemir’i bir araya getirebileceğim tek yer patronluktu. Yani ben dedim ki, hem gazeteci olup hem de gazetecilikle ayakta kalınabilecek, gazetecilik dışı karakterlerin sorun yaratmayacağı tek alan kendi medyamın sahibi olmak. Yani dik başlılık, kafa tutmak gibi patronlarımın çok hoşuna gitmeyebilecek unsurlar -ki haklıdırlar- onları asla bu konuda eleştirmiyorum. Yani zaman zaman dik başlı olduğumu, inatçı olduğumu kabul ediyorum. Ama bunlar ben’dim, karakterimin bir parçasıydı. Onlara asla kızmıyorum, tamamen haklıdırlar. Ama bu karakterimin özellikleriyle gazeteciliği örtüştürebileceğim kaçınılmaz olarak tek yer patronluktu. Patron olmaktan başka çarem yoktu. Benim için tek çare patronluktu.

Erdoğan Aktaş: Mesela Melih gelse size kafa tutsa, ya da Melih ‘This is my way Ufuk Güldemir’ dese ne yaparsınız? Yani ben şu sorunun yanıtını arıyorum. Genel yayın müdürü olarak patronla ilişkiler; patron olarak genel yayın müdürü ya da diğer arkadaşlarla ilişkiler?

Ufuk Güldemir: Şimdi tabii Melih’in bana kafa tutmadığını sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. İkincisi sadece Melih değil, Habertürk’te bütün arkadaşlarımız bu konuda tabii söyleyeceklerini söylüyorlar. Fakat, belki benim diğer patronlardan farkım şu: O yollardan geçtiğim için arkadaşlarımın hissiyatına daha iyi anlıyorum. Yani ‘Enterprenor ‘olarak değil, gazeteci olarak, işine asılan hırslı bir gazetecinin ne hissettiğini biraz daha iyi anlıyorum diye düşünüyorum. O yüzden herhalde, Habertürk önemli bir biçimde kuruluş kadrosunu hemen hemen koruyor. 

Erdoğan Aktaş: Ufuk Güldemir benim televizyonculuk hocam. Önce bunu belirtip sorumu sormak istiyorum. Hem öğrenci olarak karşısındayım hem de gazeteci olarak karşısındayım çünkü. Merak ediyorum, niçin agresif Ufuk Güldemir olarak tanınıyorsunuz siz? Az öncekini anladık ve doğal hatta. Bu yorumu yaparken belki yanılabilirim. Patronaj o agresiflikten yana tezat duruşta çoğu zaman. Hoşnutta olabilir çünkü ortaya yeni bir şey çıkacaktır. En azından sonuçtan gidilerek Ufuk haklıydı dediği de olmuştur. Ama baktığımız zaman az önceki cümleyi söylediğimde ‘Ufuk Güldemir benim hocamdır’ dediğimde birçok insanın yüzünün değiştiğini de görmüşümdür. Niçin, çünkü ben de biliyorum ki Ufuk Güldemir asabi de olabiliyor, agresif de olabiliyor. Cümlelerim için özür dilerim farklı terimlerde kullanılabilir ama öyle zannediyorum ki beni anlıyorsunuz. Bunu açıklayabilir misiniz?

Ufuk Güldemir: Yani şimdi çok şaşıracaksın, şekerim vardı Erdoğan. Ben bilmiyordum bunu gizli şeker hastasıymışım. Yani bunun nedenlerinden bir tanesi bu olabilir. Nitekim daha sonra ortaya çıkan pankreas tümörünün bununla ilgili olduğu düşünülüyor. Bu nasıl şeker hastası? Uzun saatler çalışma, yemek yememe, aniden yiyince ortaya çıkan yüksek şeker bir asabiliği getirmesi çok doğal. Ama bu değil tamamı manzaranın, biliyorum. Bu benim de öğrendiğim yeni bir unsur. Benim bildiğim bir yönetim biçimi olarak asabiliği ben uyguladım. Bunu bir yönetim biçimi olarak yöneticiyken yaptım. Benim açımdan yönetim biçimiydi. Daha iyi yönettiğimi daha iyi sonuç aldığımı düşündüm. Kimine göre bu kabalık, kimine göre düşündüğünü söylemekti.

 

Melih Meriç: Binlerce haber üretiyoruz bir tanesi iyi olur, bir tanesi kötü olur. Çok küçük bir haberin kötü olması ya da atlanması bile sizi etkiliyor. Bu sizin mesleğe motivasyonunuzla ilgili bir şey. Gazetecilikle ilgili bir şey sizin tarafınızdan affedilemiyor. Bu neden oluyor?

 

Ufuk Güldemir: Kendimi bu konuda analiz etmem güç. Neden bir haber için zıvanadan çıkıyorum bunu bilmiyorum. Belki de bunun incelenmesi gerekir. Belki arkadaşlarım daha iyi anlatır. Kendimi bu konuda çok merak etmiyorum. Salak habere, basit hatalara kızıyorum  ama neden kızdığımı bilmiyorum.

 

Murat Ongun: Sizin yolunuzla diğerlerinin yolu nasıl ayrıldı? Medya patronu olarak daha önce çalıştığınız medya patronlarını nasıl görüyorsunuz? Kimden hoşlanıyorsunuz, kimden hoşlanmıyorsunuz? Eski patronunuz Erol Aksoy’la neden anlaşamıyorsunuz?

 

Ufuk Güldemir: Eski patronlarımdan hiçbirine saygıda kusur etmedim. Bizim binamıza geldiklerinde bile kapıda karşıladım ama bazen küçük şeyler olmuştur. Bugün baktığımda çok önemli değil belki ama yapmasa daha iyi oldu. Bir gün Erol Bey beni evine davet etti. Kafasında Cine 5 ile ilgili şeyler vardı. Bana Habertürk’te çalışan birisini almamda bir sakınca var mı diye sordu, ben de var dedim. Ben Erol Bey’in evinden çıkıp işe gelene kadar Erol Bey o kişiye iş teklifi yapmış. Ben olsam şöyle düşünürdüm, “Ya bu çocuk yanımda yetişmiş bir TV kuruyor, mücadele veriyor. Ben o kişiyi almasam n’olur” Erol Bey böyle bakmadı. Ben kızınca, “Adam alamayacak mıyız? Habertürk’ten” dedi. Alakası yok, ben bir prensipten söz ediyorum ama hem bana sorup hem de bunu yapınca nezaketsizlik oluyor. Bence bu nezaketsizlik... Ama Erol Bey çok şey öğrendiğim birisidir. Erol Bey’le ilgili düşüncelerimin tamamı bu değil. Erol Bey bize önemli şeyler öğretti, önümüzü çok açtı. Bu açıdan kendisini takdir ediyorum. Sabah Gazetesi’nden kovulduğum gün, Dinç Bey “Bugün çok güzel bir gazete yapmışsın patron” dedi. Burada bir çelişki var.

 

Ahmet Tan: Medya siyaset ilişkisini Türkiye’de yanlış kurgulanması sebebiyle mi bu işler oldu? Saygınlık sıralamasında gazeteciler ve politikacılar en altta yer alıyor. Bunlar birbirlerini aşağı doğru çekiyor. Birbirlerinin üstüne çıkmaya çalışırken ikisi de aşağı gidiyor. Bunun çatışmasına bireysel olarak maruz mu kaldınız? Çünkü o zaman işin içinde bankacılık var, ticaret var, siyaset var. Sadece gazetecilik yapmak isteyen birisinin kurban olması mı var?

 

Ufuk Güldemir: Kuvvetle muhtemel öyle. Görevin gazeteyi iyi yönetmek... Akıllı olman elbette beklenir ama görev dışı konularda… Şimdi banka sahibi patronlarımı anlıyorum. Ben çalıştığım patronlarımın menfaatlerini kollamak için elinden geleni yaptım. Elbette deli değilim adamın bankasına taş atacak değilim ama gazetecilik hayatımın merkeziydi. O banka bundan dolayı bir zarar görüyorsa belki bundan kaynaklanan sorunlar başıma gelmiş olabilir. Sabah’ta böyle bir şey olabilir. Milliyet’ten ben ayrıldım, işime son verilmedi. Ahmet Altan’ın işine son verilmek istendi, ben de direnç gösterdim ve ayrılmak istedim.

 

Ahmet Tan: Özünde Ankara gazetecisisin. Kişiliğini Ankara gazeteciliği biçimlendirdi. En uzun Amerika deneyimi olan gazetecisisin. ABD gazeteciliği özünde Amerika başkanını devirecek kadar güçlüdür. Diğer patronlardan farkınız bu. Gazetecilik mesleğini fazla abarttığın için mi bu çatışmaları yaşadın?

 

Ufuk Güldemir: Ben öyle düşünmüyorum eğer onu abartsaydım bugün Habertürk ortaya çıkmazdı. Doğru yaptığımı düşünüyorum. Meslek şovenistliğinin iyi olduğunu düşünüyorum.

 

Taki Doğan: Burada iki farklı olay yaşıyorum. Ercüment Karaca’nın Abdi İpekçi gazetesi, Rahmet Ilıcak, Dinç Bilgin ekolü ve daha sonra da medyaya sonradan giren patronların ekolü var. Ben sizde mesleğimin ilk yıllardaki ekolünü daha çok yaşıyorum. Siz eski dönemi savunan bir gazeteci misiniz? Siz bu mesleğin, bir gruba göre kahraman, bir gruba göre de sevilmeyen gazetecisisiniz. Ben buna katılmıyorum. Ekrana yapışık bir gazeteci değil, yıldız yaratan bir gazetecisiniz. Gazetecilerin ücret meselesi?

 

Ufuk Güldemir: Sonuçta ben bu ülkede 10 sene genel yayın müdürlüğü yaptım. Bu kolay bir görev değil. Dolayısıyla sevilip sevilmeme güncel bir mesele, çok önemsemiyorum. Biz bir kuşak Ankara’dan çıktık. Çok insan geride kaldı. Ormanın içinde yükselmek kolay değil, yükseldikçe rüzgâr alıyorsunuz. O yüzden ben doğal karşılıyorum. Ücret konusunda ben arzuladım ki, benim mesleğime en iyi insanlar gelip en iyi parayı alsın. Mesleğim toplumdan da saygı görsün. Gazeteciler toplumun en elit insanları olsun istedim. İnsanlar sadece iyi ücret vermemi göz önünde bulunduruyorlar. Ben en iyileri seçmeye çalıştım. Dil bilsin, Felsefe, Edebiyat bilsin istedim. Bunlara da iyi ücret vermek istedim. Bu benim Habertürk’te de koyduğum bir idealim. Habertürk ücret politikası bakımından piyasa ortalamasının üstüne çıkmak üzere.

 

Melih Meriç: Çok para sahibi olmak iyi gazetecilik yapmanızı sağlar mı? İyi gazetecilik için yeterli midir?

 

Ufuk Güldemir: Bu konudaki sınır, Mehmet Barlas’ın deyimiyle 100 bin dolardır. Mehmet Barlas’ın söylediği, bir gazeteci esnemeli ama parasal nedenlerle değil. Zengin gazeteci olmayacağını biliyorum. Zaten zengin olmak isteyen adam yola gazeteci olarak çıkmaz. Ben zengin olmak için gazeteci olmadım ki, iyi gazeteci olmak için zengin olmak zorunda kaldım. İyi para kazanmak burada ayakta kalmak için bir savunma mekanizmasıdır. Gazeteci iyi yaşamalı, evi, arabası olmalı, günlük kaygıları olmamalı. 


Melih Meriç: Ufuk Bey, siz kendinizi gazeteci olarak hangi ekole ait hissediyorsunuz? Nasıl tanımlıyorsunuz? Muhakkak ki kendinize özgü bir stil yarattınız televizyon haberciliğinde ve gazete haberciliğinde. Bu zaten biliniyor. Özel televizyonculukla beraber yöneticiliğiniz başlıyor. Reha Bey’de mesela kendine özgü stili olan gazetecilerden. Belli kişiler var zaten bu konuda. Ama siz kendinizi hangi gazetecilere, kime, kimin ekolüne yakın buluyorsunuz, kendi gazeteciliğinizi siz nasıl tanımlıyorsunuz? Diğerlerinden nasıl farklılaşıyor mesela?

Ufuk Güldemir: Yani şunu söylerken acaba meslek büyüklerimize saygısızlık eder miyim diye düşünüyorum, yani birazda korkarak söylüyorum. Tabii bunu söylememek de aslında kendime haksızlık olur. Sonuçta Habertürk gibi bir markayı yaratmış olmak bakımından yani gazeteci patrondan kastınız eğer Ali Naci Karacan, Sedat Simavi yani ‘gazeteci gazeteci’; Dinç Bey bence ‘gazeteci gazeteci’ bir patron değil. Dinç Bey gazeteci bir babanın oğlu. Gazeteci patron benim gördüklerim Haldun Bey’de gazeteci patron değil, Haldun Simavi de değil. Haldun Bey’de gazeteci bir babanın oğlu. Yani babadan gazeteci denilebilir. Dinç Bey’de babadan gazeteci. Ama gerçek anlamda gazeteci patron benim gördüğüm Ali Naci Karacan’ın Milliyet’i; yani benim en azından yakın tarih için söyleyebileceklerim tabii.. Hürriyet kurucusu Sedat Simavi; tabii ki Zafer Mutlu, Vatan’ı kuran, tabii ki diğer meslektaşlarım. Yani bu yanımızın olduğunu düşünüyorum. Yani bu bir gerçek herhalde… Ama diğer yandan da onlara da layık olmak gerekir diye düşünüyorum. Yani eğer bu kategori de anılacaksak onlara da layık olmak gerekir, onlar gibi olmaya çalışmak da gerekir diye düşünüyorum. Kendimi hemen o kategorinin içine atmakta istemiyorum, biraz zorlanıyorum yani bunu yaparken.

Ahmet Tan: Nasıl bir aile geçmişi, nasıl bir köklerden geliyorsun ki bu gazetecilik tutkun, merakın daha güçlü oldu? Biraz ailenden bahsetsene…

Ufuk Güldemir: Her ailenin yatkınlıkları olabilir. Kimi aileden mühendisler çok çıkar. Kimi aileden şairler çıkar. Benim ailem siyasiler, hukukçular ve gazeteciler ailesi.

Leyla Umar: Ama senin anneni, hatırlıyor musun Ankara’ya geldiğimde sen dedin ki ‘Annemle röportaj yapar mısın?’ Annen yorgan üreten bir hanımdı.

Ufuk Güldemir: Yok, yanlış hatırlıyorsun. Annem Ankara’da çok tanınan bir manifaturacıydı.

Melih Meriç: ‘Ben gazeteci olacağım’ dediğinizde sizin kararınızı verdiren şey nedir?

Ufuk Güldemir: Ben bu kararı gazeteci olduktan sonra verdim. Yani önce gazeteci oldum, 3- 4 sene sonra karar verdim. Önce ben foto muhabiriydim, çünkü fotoğraf çekmeyi çok seviyordum. Fotoğraf çekmek için gazetelerde çalışmaya başladım. Daha sonra dedim ki ‘Ben bu mesleği çok sevdim, ben gazeteci olmaya karar verdim’ dedim. Ondan sonra gazeteci olmaya karar verdim. Yani gazeteci olmaya karar verdiğimde zaten gazeteciydim.

Reha Muhtar: Önemli patronlarla, genel yayın müdürü olarak en üst düzeyde çalıştın. Aydın Doğan, Dinç Bilgin, Erol Aksoy, Cem Uzan. Bugün Türk basınında belki de şu anda kendisi iktidarda olmadığı için, şu anda kendisi patron olmadığı için, geçtiğimiz dönemde bu zaman zaman konuşulan bir şeydi... ‘Uzan tipi medyacılık’ gibi bir ibareden sürekli onunla emphesise ediliyor, bu konu sürekli söyleniyor. Bu daha çok şirketin çıkarları için gazetecilik yapma anlamında söyleniyordu. Bütün bu patronlarla çalıştın. Bu ifade için ne düşünürsün? Bu patronların her birinin en rahat hangisiyle çalıştın, bir cümleyle ya da iki cümleyle onların patronajını söyleyebilir misin?

Ufuk Güldemir: Aydın Bey’i çok başarılı buluyorum. Aydın Bey, demin Taki Doğan söyledi. Eleştirilir, şu olur, bu olur ama Aydın Bey çok önemli bir insan, çok başarılı bir insan. Yükselen herkes eleştiri oklarına hedef oluyor, Aydın Bey’de hedef. Aydın Bey bunu kaldırabilen birisi. Aydın Bey benim muhabbet beslediğim birisi ayrıca. Aydın Bey içimde iyi duygular uyandıran birisi.

Melih Meriç: Nasıl çalıştınız?

Ufuk Güldemir: Aydın Bey’le biz çok iyi çalıştık. Aydın Bey bana dedi ki, ‘Genel yayın müdürü ile patron etle tırnak olacak, biz seninle etle tırnak olacağız.’ Biz ayrılma noktasına kadar Aydın Bey’le etle tırnak gibi olduk.

Melih Meriç: Milliyet’ten gerçekten bir yazı nedeniyle mi ayrıldınız? Bunu biraz daha açar mısınız?

Ufuk Güldemir: Evet, öyle oldu. Ahmet Altan’ın bir yazısı çıktı ‘Atakürt’ diye. Şimdi bu yazıyla ilgili dönemi, yalnız konjonktürü anlatmam gerekiyor. Milliyet o dönemde gazetecilerin zayıfladığı, yazarların yükseldiği bir kurum halinde. Oysa Milliyet geleneksel olarak gazetecilerin kuvvetli olduğu bir kurum. Abdi İpekçi bir gazeteci… Abdi İpekçi liderliğinde gazeteciler Milliyet’te daima kuvvetli. Fakat zaman içinde gazeteciler kuvvetlerini kaybetmişler, yazarlar hatta gazeteci olmayan yazarlar ağırlık kazanmış. Şimdi gazetedesiniz, gazeteci olmayan mesela Sayın Taha Akyol, ben kendisini çok takdir ederim, beğendiğim bir yazardır. Ama gazeteci değildir. Taha Akyol yazardır. Taha Akyol Milliyet’te ağırlık kazanmıştı. Yani Taha Akyol nerde, Milliyet nerde. Taha Akyol, hukuk kökenli, her gün MHP cenahının okuduğu bir gazetenin genel yayın müdürlüğünü, yazarlığını yapmış önemli bir düşünür bence. Ve bu da iyi bir şey ama gazeteci değil. Şimdi benim dönemimde mesela Taha Bey gazete içinde ağırlık kazanmıştı. Yani gazetede gazeteciler ağırlıklarını yitirmiş, gazeteci olmayan yazarlarda ağırlık kazanmıştı. Her şeyi yerli yerine oturtmak gerekiyordu. Ben de orda Aydın Bey’in malını koruyacaksam eğer, bunun da gereğini yapmam gerekiyordu. Seni oraya koyuyorum, süs diye orda durma dedi bana, gerekeni yap dedi.  Biz de gerekeni yapıyorduk. Şimdi bu çerçevede gazete içinde bu mücadele var. Ben yazı işlerini öne çıkarıyorum, gazetecileri öne çıkarıyorum, yazı işlerinin önemi gazetede yükseliyor. Genel yayın müdürünün kıytırık bir odası vardı ben Milliyet’e gittiğimde. Yazı işlerinin kenarında duvarı bile olmayan bir oda. Yani düşünün genel yayın müdürü birisiyle konuşacak, konuşamıyor başkaları duymadan. genel yayın müdürü dediğiniz o gazetenin en önemli unsuru. Nasıl olur böyle bir şey. Ben o odayı yıkarak başladım, gittim kendime duvarları olan bir oda yaptım. Yani Milliyet’te ilk işim benim gazete değil, oda yaptım kendime. Ve yazı işleri katında yaptım bunu. Yani anlatmak istediğim orada sadece bir Ahmet Altan meselesi değil. Önemli bir gazeteyi yazarlardan geri alma mücadelesi vardı. Yani gazeteyi geri alıp gazete haline getirmek… Gittim nasıl bir yer, bir gün bir yazar geliyor bir yere gidiyor. Bir bakıyorum birisi Kuzey Irak’ta. Genel Yayın Müdürünün haberi yok. Böyle bir şey olabilir mi? Tamamen Genel Yayın Müdürü dışlanmış, Genel Yayın Müdürü denen şeyin ağırlığı kalmamış, her gün bir yazar kendi başına bir yere gidiyor. Muhasebeden önüme bir kâğıt geliyor, bilmem ne yazar bir avans almış. Gazete, yazarların yazıları nedeniyle gecikiyor. Şimdi yanlış anlaşılma olmasın, Hasan Pulur denince benim içimde saygıdan başka bir şey uyanmaz. Biz meslekte bu yazarlara saygıyla büyüdük. Yani benim aklımın köşesinden bir gün bile geçmemiştir ki bu meslek büyüklerimi ben devre dışı bırakayım diye. Hasan Pulur’u öbürleri hiçbir şekilde. Asla aklımdan Milliyet’te de böyle bir şey geçmemiştir. Ama Milliyet’i tekrar kazanmakta gerekiyordu. Yani gazeteci gücünü tekrar orada tesis etmek gerekiyordu. Gazete yazarların yazıları nedeniyle geç dönüyordu. Şimdi ben bakıyorum benden sonra da 10- 15 sene olmuş Genel Yayın Müdürleri hala aynı mücadele içinde. Demek ki benim yaptıklarımın bir anlamı varmış orada. Hep söylerler gazete, köşe yazarı yazısını yollamayınca Ufuk Güldemir dedi ki ‘Oraya kuş resmi koyun dönün.’ Böyle bir şey aklımdan asla geçmedi. Ben sadece yazısını geç yollayan yazar bilsin ki o yazı olmadan da o gazete döner diye bir mesaj verip gazeteyi bastırdım, döndürdüm ki Kıbrıs baskısına gitsin. Yani Altan Öymen, Hasan Pulur bunlar benim hep saygı duyduğum, gördüğümde hala içimde güzel duygular kaplayan insanlar. Meslekte ben bunlarla büyüdüm. Dolayısıyla böyle bir konjonktür. Bu konjonktürde işte o yazı geldi.  Yani ‘Atakürt’ yazısı tek başına bir olay değildir. Böyle bir konjonktür, böyle bir mücadele var ortada gazeteyi toparlamaya çalışıyoruz. Bu mücadele içinde böyle bir yazı geldi. Ahmet Altan Milliyet’e benden önce alınmıştı. 

Melih Meriç: Patronun önünde iki cephe çatıştınız mı? Nasıl oldu? Sonra Aydın Bey diğer cepheyi mi haklı buldu? Gitsin mi dedi?

Ufuk Güldemir: Yazarlarla Aydın Bey arasında bu konuda tam birebir ne geçti söyleyemeyeceğim. Benim önümde olmadı ama benim duyduklarım –ki doğru olabilir- bir kısım Milliyet okuruyla birlikte bu yazının rahatsızlık yaratmış olacağıydı. Ben bu yazının rahatsızlık yaratmadığını söylemiyordum. Ben bir tek şunu söylüyordum:  “Bir yazının ömrü bir gündür Aydın Bey, yazı gelir geçer. Bakın Milliyet gazetesi bundan 30 sene önce Çetin Altan’ı attı. Benim kuşağım bile bunu hatırlıyor. Biz bu kabahati bir daha işlemeyelim.” Ben bu yazının katılırım, katılmam, yazının içeriğine hiç girmiyorum. Ama şunu söylüyorum: “Biz sonunda bir ürün yapıyoruz. Gazete bir ticari üründür. Bu ticari üründe köşe yazarları, köşe yazıları da her gün bir ürün koyuyor ortaya. Biz bunu okurlarımıza satıyoruz her gün. Bu yazının ömrü bir günü geçmez. Çok bunun üstünde durmayalım. Elbette duralım, ama gazeteyi bozucu bir unsur üzerine girmeyelim.’ Gazete hakikaten iyi gidiyordu. Ahmet Altan’ı atmayalım yani dedim. Ahmet Altan’ı atmanın yanlış olacağını söyledim.  Ama şunu da söylemem lazım, Aydın Bey’in bu konuda hakkını teslim etmem gerekiyor. Bir Genel Yayın Müdürü, patron birçok şeyi Genel Yayın Müdürüyle paylaşır ama her şeyi değil. Aydın Bey’in benimle paylaşmadığı bazı şeyler olabilir. Ben bunları bilmiyorum. Dolayısıyla böyle bir kararında ısrar etmiş olabilir ve bu kararını uyguladı.

Melih Meriç: Ve siz Milliyet ile yollarınızı ayırdınız.

Ufuk Güldemir: Evet. O olaydan sonra bile Aydın Bey’le aramız her zaman iyi olmuştur. Aydın Bey bana her zaman özel ilgi göstermiştir. Ben de her zaman saygı gösterdim. Aydın Bey benim her zaman özel ilişkilerim ve duygum olan birisidir.

Melih Meriç: Dinç Bilgin ile de çalıştınız. Onu nasıl buluyorsunuz?

Ufuk Güldemir: Dinç Bey’e de gazeteci bir babanın oğlu olarak çok önemli hasretler görürdüm. Elbette ‘Komutan bugün çok iyi bir gazete yapmışsın’ dediği gün işime son verilmesinin çok iyi bir şey olduğunu söyleyemeyeceğim. Yani bu çelişki ama Dinç Bey çok enteresan bir adamdı. Çok hızlı bir insandı, her şeyi hızlı isterdi. Dinç Bey eğer başında bu banka meselesi olmasaydı herhalde güzel gazetecilik yapılabilirdi diye düşünüyorum. 

Melih Meriç: Cem Uzan?

Ufuk Güldemir: Şimdi Cem Uzan’la ilgili herkes her şeyi söyleyebilir ama ben Cem Uzan’la en uzun süre çalışmış yöneticilerden birisiyim. Ben Cem Uzan’ı gazetelerden tanımıyorum. Ben Cem Uzan’ı şahsen tanıyorum. Yani benim tanıdığım Cem Uzan halkın tanıdığı Cem Uzan değil. Ben başka bir Cem Uzan tanıyorum. Benim tanıdığım Cem Uzan’la halkın tanıdığı Cem Uzan arasında büyük çelişki var, büyük bir uçurum var. Benim tanıdığım bir kişiyi ben anlatmakta zorlanıyorum. Çünkü bunu anlattığımda zor durumda kalıyorum. Bana sitem ediliyor, ama ne yapayım ki ben böyle birisini tanıyorum. Yani benim tanıdığım Cem Uzan bana şefkatle yaklaşmış birisi. 28 Şubatta arkamda durmuş birisi.

Melih Meriç: Nasıl?


Ufuk Güldemir: Yani şöyle durdu, 28 Şubatta Özkasnak Paşa, tüm Genel Sekreter Özkasnak, o andıçları bize de yolladı. Yani direk değil de Özkasnak Paşa kaynaklı andıçlar Genel Yayın Müdürü olarak benim de evime geldi. Ve bizden de bunu yayınlama beklentisi vardı, yayınlamadım. Tabii bunun bedelini ödetmeye kalktı Özkasnak. Ve bunun için Cem Uzan nezdinde girişimlerde bulundu. Cem Uzan bu dönemde güçlü bir karakter olarak arkamda durdu. Özkasnak’ın kastını aşan laflarının doğru olmadığını biliyordu. Dolayısıyla ben bunları hatırlıyorum mesela.

Melih Meriç: 28 Şubattaki medya management’ine karşı durdunuz. Cem Uzan’da bu konuda sizi yalnız bırakmadı. Bunun için değerli buluyorsunuz.

Ufuk Güldemir: Benim tanıdığım Cem Uzan’la başkalarının tanıdığı Cem Uzan arasında büyük farklar var. Ben bu çelişkiyi de anlayışla karşılıyorum. Büyük olaylar yaşandı, benim tanıdığım Cem Uzan’la başkalarının tanıdığı Cem Uzan arasında büyük farklar var.

Melih Meriç: Turgay Ciner’i nasıl buluyorsunuz?


Ufuk Güldemir: Herkesi beğeniyorum gibi düşüneceksiniz ama ben Turgay Ciner’i de beğeniyorum. Bakın taç giyen baş akıllıdır, akıllanır ayrıca. Bu insanlar havadan düşmüyor, hepsi önemli insanlar. Turgay Ciner bugün sahibi olduğu medyaları büyük bir mücadele sonunda beğenirsiniz beğenmezsiniz çeşitli şeyler söylenebilir ama büyük bir mücadele sonunda aldı. Turgay Ciner hasretleri olan birisi, Turgay Ciner mücadeleci birisi, Turgay Ciner büyük ticari dehası olan birisi. Bana göre kamuoyu belki şaşıracak ama ticari deha olarak Aydın Bey’e çok benzeyen birisi. Bundan yıllar sonra ne kadar benzediğini göreceksiniz.

Melih Meriç: Medyada uzun soluklu kalacağını düşünüyorsunuz.

Ufuk Güldemir: Ben öyle düşünüyorum. Çıkmak kendi kararı olabilir, bu ayrı konu. Ben bunu bilemem ama kalırsa kalır. Onun kararına kaldığını düşünüyorum.

Melih Meriç: Mehmet Emin Karamehmet ve Ferit Bey’le ilgili de düşüncelerinizi alalım…

Ufuk Güldemir: Mehmet Emin Bey çok enteresan bir medya, medya patronluğu bakımından değerlendirebilirim kuşkusuz, önemli bir işadamı. Medya patronluğu bakımından illusive tabiriyle anlatabileceğim birisi. Yani medyanın kenarında karaca gibi dolaşıyor, tekrar ormana çekiliyor. Mehmet Emin Bey medyada yöneticilerini serbest bırakan birisi. Bunu ben dikkatle takip ettim. Özgürlük veren birisi. Ben Mehmet Emin Bey ile hiç çalışmadım tabii. Ama Reha çalıştı. Belki kendisi bu konuda bir şeyler söyler belki. Yöneticilerine müthiş özgürlük veren birisi… Ferit Şahenk’te çok önemli bir medya patronu olduğunu düşünüyorum. Ferit Bey’in birçok işi var ama hali tavrı bana çok iyi bir medya patronu olduğunu gösteriyor. Ferit Bey’in çok iyi bir medya patronu olduğunu düşünüyorum.

Murat Ongun: 28 Şubat ve Andıç meselesi çok konuşulduğunda sanki bana sizin isminiz kimi zaman unutulabiliyor gibi geliyor. Birgün gazetesinden Tayfun Atay’ın yazısını okuyacağım size Ekim 2006. “Benim zihnimde ve kalbimde Ufuk Güldemir adını esas saygın kılan 12 Eylül’ün dehşet ikliminin hala havaya hakim olduğu bir zamanda yazdığı “Kanat Operasyonu” adlı kitabıdır.

 

Kanat Operasyonu da; Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşüne olanak sağlayan Türk vetosunun kaldırılışı…

 

Darbe yönetimini en tepe noktasında bulunan, memleketi kurtarma iddiasındaki kişinin Türkiye açısından nasıl bir uluslararası acze imza attığını ortaya koyan bir çalışmaydı. Herkesin yapamayacağı yürek isteyen bir iş yapmıştı Ufuk Güldemir. Şahinlerin en haşin ‘Emin’i avlamıştı”

 

Şimdi mesela geçmişte böyle bir tablo da var, yani 85’de çıkarmış olduğunuz bir kitap, darbenin ardından darbecileri rahatsız edecek türde… 28 Şubat var… Ama mesela bunlardan daha çok, bunları göremiyorum da, sizin av hikâyelerinizin veya avcılığınızın eleştiri kaynağı olduğunu çok rahat görebiliyorum, yazının bu bir parçasıdır bunun bütününde sizin… Aslında tek desteklendiğiniz avınız bu aslında… Bu niye öne geçiyor? Bu kadar önemli işler yapıyorsunuz ama şu avcılık meselesi kadar gündeme geldiğiniz bir konu görmedim.

 

Melih Meriç: (Gülümseyerek) Kötü bir avcı olduğu mu söyleniyor? Murat ondan mı bahsediyorsun?

 

Murat Ongun: Hayır iyi bir avcı olduğunu biliyorum da… Mizah dergilerinden köşe yazılarına kadar… Siz benim bilakis ‘yumuşak karnım değil sert karnım’ diyorsunuz. Avcılık ama avcılığınızla ilgili yazıları da son derece sert karşılayabiliyorsunuz. İki soru birden; Neden bunlar konuşulmuyor da avcılığınız konuşuluyor ve Türkiye’de sizden başka avcı, av hayvanı vuran yok mu?

 

Melih Meriç: Siz nasıl cevap veriyorsunuz bir de bu eleştirilere?

 

Ufuk Güldemir: Bir kere ben bu avcılıkla ilgili eleştirilerin, avcılıkla ilgili olmadığını düşünüyorum aslında… Bunlar gazetecilikle ilgili diye düşünüyorum, o yüzden önemsemiyorum yani şöyle önemsemiyorum… Örneğin avcılık konusunda bana bir şey söyleyebilmek için…

 

Murat Ongun: Avcılığı mı bilmek lazım?

 

Ufuk Güldemir: Onu söylemeyeceğim de… Ben o kişilerin asıl söylemek istediklerinin gazetecilikle ilgili beğenilmeyen bir tarafım olduğunu düşünüyorum. 

 

Erdoğan Aktaş: Niye bu eleştiriyi de getiremez misiniz?

 

Ufuk Güldemir: Getirilebilir tabii. Hiç bir problem yok. Ama orada önemli bir nokta var. Benim avlanmama mı, avcılığıma mı karşı, hayvan öldürülmesine mi karşı, bunu bilmem gerekiyor. Yani avcılığa karşıysan o zaman avcılıkla ilgili konuşmamız gerekiyor. Eğer avlamaktan kasıt hayvan öldürmeye karşıysan o zaman o ayakkabılarını çıkarıp bana vermen gerekiyor çünkü o ayakkabılar ağaçta çıkmıyor. O ayakkabılar hayvan derisi. Biraz önce yediğin tavuk hayvan… Yani şunu söylemem gerekiyor. Öldürmek ile avcılık arasında çok büyük bir fark var. Eğer hayvan öldürmeye karşıysan bunu bir kere net ve açık koyalım. Hayvan öldürmeye karşı olmak başka bir şey avcı olmak başka bir şey. Hayvan öldürmeye karşıysak, ha avcılıkla ilgili laf söyleyenlerin tabii ki hayvan öldürme konusundaki düşüncelerini de bilmem gerekiyor. Yani o zaman belki bir değerlendirme, bir analiz yapabilirim. Yoksa yoksa eğer diyorum ki bu gazetecilikle ilgili, çünkü tutarlı değil. Neden diyor ki, çünkü niye hayvan öldürüyorsun? E, sen öğlen tavuk yedin. Nasıl açıklayayım yani? Açıklayamıyorum anlatabiliyor muyum? Tutarlı gelmiyor, çelişkili geliyor bana.

 

Melih Meriç: Avcı olduğunuz için değil, avcı siz olduğunuz için.


Ufuk Güldemir: Evet avcı ben olduğum için bunlar gündeme geliyor.

 

Murat Ongun: Mesela Aydın Doğan da sizin gibi olsa daha kolay olur muydu işiniz?

 

Ufuk Güldemir: Sayın Aydın Doğan avcı değildi ama Hürriyet’in eski sahibi Erol Simavi avcıydı. Leyla Umar'ın eşi sevgili eski meslektaşımız, eski eşi büyüğümüz Refik Erdoğan avcıydı. Ercüment Karacan.

 

Leyla Umar: Ben ava hiç karşı olamadım ama benim evim yukarda teras altı kat çıkılır. Bir gün uyandım simsiyah bir ayı.. Domuz, domuz, domuz... Düşünebiliyor musun benim o hayvanla kar... Böyle, bu büyüklükte nerdeyse (eliyle yeri göstererek). Balkon da terasta…

 

Ufuk Güldemir: Refik Erdoğan balkona getirmiş domuzu koymuş.

 

Leyla Umar: Hemen telefon ettim. Gelin hemen bu domuzu alın dedim. Ne yaparsanız yapın dedim.

 

Ufuk Güldemir: Çetin Altan'ın da vardır.

 

Leyla Umar: Ama sen geçen sene bize avda tuttuğun bıldırcınları şimdi gelir gelmez yapacaksın. Harika bıldırcın tuttu bize yedirdi. Ne zaman yedireceksin.

 

Ufuk Güldemir: İlk fırsatta söz.

 

Erdoğan Akbaş: Ben Murat’ın sorusunu biraz daha ileri getirerek soracağım. Ben avcılık nedir bilmiyorum. Ama yani bir karacanın bir ayının vurulması bana pek hoş gelmiyor. Fakat böyle bir gerçeği de kabul ediyorum. Fakat şu bana biraz abartılı geliyor. O veya bu nedenle mesleki ya da avcılıkla ilgili yazıdan ve eleştiriden dolayı bir insana hele hele hastalığınızdan dolayı da sonra sizinle karşılaştığında kucaklaştığında kucaklaşmak üzere kalktığında tükürmek biraz abartılı bir tepki deği mi? Hani konuşmayabilirsiniz kaldı ki meslektaşınız, kaldı ki birlikte de çalıştınız. Şu an yanılmıyorsam o konuda Metin Beyden bahsediyorum. Ben yanlış anlamıyorsam Can'ı Milliyet’te köşe yazdırmaya siz başladınız. Can'a da bu tip eleştirileriniz oldu. Çok abartılı değil mi bu eleştiri. Mesela bu şekerle açıklanacak bir konu değil gibi geliyor bana.

 

Melih Meriç: İzleyicilerin de anlaması açısından şunu söyleyeyim. Akşam gazetesinde Oral Eğin’e verdiğiniz söyleşide bundan bahsettiniz. Metin Münir’le aranızda yaşanan bir olay bu. Metin Münir sizin Amerika’da tedavi gördüğünüz sırada tam buraya geleceğiniz sırada çok ağır bir yazı yazdı. Sizinle ilgili, avcılıkla ilgili… Siz sonra onunla karşılaştınız bir şeyler oldu. Kanyonda karşılaştınız ve akşamdaki söyleşinizden anlıyoruz ki... Metin Münir’e tükürüyorsunuz.  Aranızda bir konuşmalar geçiyor. Abartılı değil mi? Sonuçta bu anlaşılabilir bir şey diyor Erdoğan Aktaş.

Ufuk Güldemir: Aslında orada Metin Münir’in kendisine de söyledim. Öyle bir yazı ki, ben onun abartılı bir yazı olduğunu düşünüyorum ve bu yazıya abartılı tepki vererek. Ben bunu kendisine söyledim. Senin şimdi söylediğini Metin Münir’in kendisine söyledim. Dedim ki “O haberi yaptıktan sonra gördün mü dedim, abartılı bir yazı yazdıktan sonra abartılı tepkinin, abartının acısını hissettin mi” dedim. O yazı abartılı bir yazıydı Erdoğan. Abartılı bir yazıya ben de abartılı tepki verdim.

 

Taki Doğan: 28 Şubat döneminde siz sadece dik durmakla kalmadınız, dik duran meslektaşlarınızın yanında da bulundunuz. Dönemin Genel Kurmay Genel Sekreteri gerek gazetede, gerek televizyonda Özkasnak Paşa’yı tarif ederken de hep met eder, hep önemser. İşte büyük komutan, işte tanktan aslan gibi inen komutan diye…

 

Melih Meriç: Yazıya bakınca medyalara bakınca övüyordunuz diyor. Yani sanki bir mücadele yokmuş gibiydi aranızda diyor Erol Özkasnakla. Özkasnak'ın da sizi alkışladığını, ama burada da Uzanların dik durduğunu, arkanızda durduğunu söylüyorsunuz.  Özkasnak Paşayla olan ilişkinizden bize biraz bahseder misiniz? Karşı karşıya geldiniz mi?

 

Ufuk Güldemir: Özkasnak Paşa’yla hiç karşılaşmadım. Şöyle karşılaştık tabii ki. Özkasnak Paşa, paşa da olmadı. Daha önce Washington’da askeri ateşeydi. Orada birkaç kez karşılaşmamız var. Özkasnak Paşayla daha sonra genel sekreterliği döneminde hiç karşılaşmadık. Fakat Özkasnak Paşa Ankara’da o kurumların 28 Şubatta ilgili bütün medya kurumlarının Ankara temsilcilerini çağırıp onlara bir şeyler söylerdi ve çok gariptir nasıl bir askerin bunu yaptığına buna aklım ermez. Bizim maliyetimizde çalışan insanlara bizleri şikâyet ederdi. Şimdi biz Özkasnak Paşa’ya Genelkurmay’ı şikâyet edelim nasıl tuhaf olur değil mi? Ankara temsilcilerini çağırıyor, o dönem Star'daydık. Ankara temsilcisine bizi şikâyet ediyor. Yani çok komik bir durum. Ankara temsilcilerinin de duymak istemeyeceği onları da zor durumda bırakan şeyler söylüyordu. Tabi buna çok alınıyorduk. Çok kızıyorduk. Tüm İstanbul medyası hem alınıyor hem de kızıyordu ve bunu isten adam attırmaya kadar götürdü. Mesela 28 Şubat'ta Andıçlar'ı ben yayınlamadım. Uğur dündar yayınladı kanal D'de, ben yayınlamadım. Yayınlamayınca Özkasnak üstüme geldi ve attırmaya çalıştı. Cem Uzan orda arkamda durdu. Tabi birde orda hatırladığım bir şeyi anlatmak isterim. Tabi Paşalar bunu yapabilir. Bu dönemlerde elleri çok güçlüydü. Ama biz gazetecilerin de ellerinde gizli silahları vardı. Ben ne yaptım onu anlatıyım. Bunları kamuoyunun bilmesi gerekir. O gün bir karar alıp ondan sonra Özkasnak'la ilgili her haberde, ondan abartılı bahsetmeye başladık. Talimat verdim. Ne zaman Özkasnak'la ilgili bir haber gelse Özkasnak'tan şu cümlelerle bahsetmeye başladık. İlerde Genelkurmay başkanı olacağına kesin gözüyle bakılan paşa, ilerde kara kuvvetleri komutanı olmasına kesin gözüyle bakılan paşa. Neden yaptım bunu çünkü silahlı kuvvetlerin bu tür terimlere büyük tepki duyacağını biliyordum.

Melih Meriç: Yani şikâyet ettiniz onu?

Ufuk Güldemir: Evet Özkasnak'ı kendi kurumuna şikâyet ettik. O prensipleri bozdu ben de bozdum ve kendi kurumuna şikayet ettik sürekli gazetelerde televizyonlarda Özkasnak'la ilgili  haberlerde, biz ilerde Genelkurmay başkanı olacağına kesin gözüyle bakılan paşa olarak bahsettik ve Genelkurmay'da büyük bir rahatsızlık olmasını sağladık. Bana genel yayın müdürlüğüm döneminde patronum tarafından soruldu. Yahu ilerde Genelkurmay başkanı olacağına kesin gözüyle bakılan paşa lafı nasıl nerden geldi. Bu Genelkurmay'da rahatsızlık yaratıyor dendiğinde, arkadaşlarım, benim talimat verdiğimi ve bunun Özkasnak’ın iması ve arzusu olduğunu ilettiler. Genelkurmay, överek bir paşayla mücadelemizi bugün öğrendi. Biz gazeteciler öyle ittirilecek adamlar değiliz.  Ben tutucam uyduruk bir Andıcı' yayınlamayacağım, sen benim canıma kastedeceksin ondan sonra tutup beni işten attırmaya çalışacaksın, bende ona müsaade edicim böyle bir şey yok. Bende bunu yaptım bunu kamuoyunun bilmesini istiyorum. Bunu kendisinin de bilmesini istiyorum. Bunu hepimizin sağlığında bilmesini istiyorum. Herkes haddini bilmeli. Herkes mesleğinin gereğini yapmalı. İşine sahip insanlara, yalan söylememeye kararlı insanlara Andıç'ı yayınlamıyor diye şeyler yapmamak lazım yapılırsa böyle sonuçlar çıkar ortaya.

Taki Doğan: Genellikle kara kuvvetleri komutanları genellikle Genelkurmay genel sekreterleri olur ama ilk kez Özkasnak Paşa korgeneral olamadı.

Ufuk Güldemir: Emekli oldu. Ben bu tür yayınların, Paşa’yı atanmadan Genelkurmay başkanı yapan yayınların, bun da etkili olduğunu düşünüyorum ve bundan da memnuniyet duyuyorum.

Taki doğan: Sizden başka Andıç'ı yayınlamayan var mıydı?

Ufuk Güldemir: Bilmiyorum.

Reha Muhtar: Biraz önce eksik kaldığının farkına vardım ama ben senin sözlerine girmek istemedim. Burada ben Erol Aksoy'unda o dönemde Shov TV'de göstermiş olduğu kararlığı tarihe geçmesi açısından söylemek zorundayım. Mehmet Ali Birand'ın 32. gün programının Şhow TV’den kaldırılmasını istediler. Biz onu yayından kaldırmadık. Gerek Cengiz Çandar gerekse de Birand'la ilgili haberler bizde yayınlanmadı. Bu konuda Erol Aksoy'un tutumunu söylemek zorundayım.

Ahmet Tan: Erol Özkasnak'ın kendi şahsi yaklaşımı mıydı? Yoksa komuta kademesinde alınan bir kararın Özkasnak eliyle tebliği miydi?

Ufuk Güldemir: Benim kanaatim biraz Özkasnak, burada Genelkurmay'ın dışında şahsi konulara sürüklenmişti. Aksi takdirde bizi böyle mücadele etmezdik. Ben Genelkurmay'a asla böyle bir şeyi sığdıramam ben biraz şahsi olduğunu düşünüyorum. Mücadelemiz de o yüzden biraz şahsi oldu.

Taki Doğan: Genelkurmay genel sekreteri ile basın ve hakla ilişkiler şube müdürlüğü terfi edilen yerlerdi ama o dönemde terfi olmadı.

Ufuk Güldemir: Eğer şahsiyet sınırlarını aşmamış olsalardı, terfi ederlerdi diyorum.

Ufuk Güldemir:  Hayır haberci olarak başladın.

Murat Ongun: Tabii televizyonda mesleğe haberci olarak başladım.

 

Ufuk Güldemir: Yani gazeteci olarak başlamışsın.

 

Murat Ongun: Yani yazılı basında hiç çalışmadım. İşte o ayrımı soracaktım, siz sık sık demeyeyim de, yeri geldiğinde televizyoncu ve gazeteci ayrımı yapıyorsunuz. O ne demek?

 

Melih Meriç: Kolay kolay gazeteci olunmuyor size göre. Siz de bir gazeteci olmak bayağı belirgin bir ayrım. Bunu biraz anlamak için.. Şimdi buradakiler sizin o ayrımınız dahilinde birer gazeteci mi?


Ufuk Güldemir
: Çok önemli bir ayrım. Bu sorunun aslında dibinde Uğur Dündar’la yaşanan bir polemik de var. Ben açık şekilde bu meydan okumayı kabul ediyorum ve bu Murat Ongun’un meydan okumasına da cevap vereceğim. Ben burada bulunan  herkesin gazeteci olarak, haberci olarak Uğur Dündar’dan daha önemli ve kıymetli olduğunu düşünüyorum ve biliyorum. Fakat Uğur Dündar’ın televizyoncu olarak hepimizden daha önemli ve değerli olduğunu da biliyorum. İşte bu işin farkı burada. Biz haberciyiz, gazeteciyiz. Kariyerden gazeteciyiz. Uğur Dündar kariyerden gazeteci değil. Uğur Dündar kariyerden televizyoncu… Bu kötü bir şey değil. Herkes gazeteci olmak zorunda değil ki. Medyanın bir çok branşı var. Uğur Dündar TRT'nin müzik eğlence şubesi kökenli, spor, ama hiç haber dairesi kökenli değil. Bizler haber dairesi kökenliyiz. Bunu bir hakaret olarak kullanmıyorum Uğur Dündar’a. Uğur Dündar, bakın şimdi, deseniz ki; bu ülkenin en önemli 10 televizyoncusunu say, ben Uğur Dündar’ı bunun içinde sayarım. Ama en değerli 10 gazeteciyi say derseniz Uğur Dündar’ı bu listenin içinde saymam. Çünkü…

Ahmet Tan: Birçok skandalı ortaya çıkarmış bir isimden bahsediyoruz. Haber merkezinden önce başka bir birimde çalışmış olması kariyerini zedeleyici bir unsur olmamalı diye düşünüyorum.

Ufuk Güldemir: Ben, Uğur Dündar’ın kariyerini zedelendiğini düşünmüyorum ben. Sadece televizyoncu diyorum. Yani biz kelimelerin kölesi değil miyiz? Bizim işimiz kelimeler değil mi? Yani ben kelimelerin efendisiyiz demiyorum, kelimelerin kölesiyiz. Benim gazeteci haberciyle televizyoncu arasında bu kadar net ve açık bilgiyi kamuoyuyla açıklamam neden rencide ediyor, anlamıyorum bunu. Yani Uğur Dündar’ı ben televizyoncu olarak değerli birisi olarak görüyorum. Ama kariyerden gazeteci değil. Önemli bir gazeteci hiç değil. Gazeteci değil ki, önemli bir gazeteci olsun, önemli bir televizyoncu ama... Senin soruna da böyle cevap veriyorum.

Melih Meriç: Siz Uğur Dündar’ı düelloya davet ettiniz. İş oraya kadar vardı.

Ufuk Güldemir: Tıpkı Metin Münir ile Can Dündar’daki gibi iyi koku alma duygusu nedeniyle. Nasıl ki Metin’le Can’ın asıl niyeti aslında avcılık değil, Uğur Dündar’da da, onun o gün sözünü ettiği konunun kıymeti harbiyesi yok. Asıl mesele benim. Ben’le ilgili, gazetecilikle ilgili. Dolayısıyla ben konuyu kendi platformuma çektim. Nasıl ki, Metin Münir’e kendi platformumda cevap verdiysem, Can’a da kendi platformumda cevap vereceksem, Uğur Dündar’ı da kendi platformuma çekip, dedim ki; madem öyle, ben seni düelloya davet ediyorum.

Murat Ongun: Uğur Dündar’la ilgili değerlendirmelerinizin tamamı kariyerden gazeteci olmayıp televizyoncu olmasıyla mı ilgili? Türkiye’de başka kızdığınız beğenmediğiniz insanlar da olabilir. Onlardan Uğur Dündar’dan bahsettiğiniz kadar bahsetmiyorsunuz. Olayın kaynağında başka bilmemiz gereken bir şey var mı?

Ufuk Güldemir: Olayın kaynağında tamamen bu var. Tek şovenliğim maalesef. Mesleğime olan aşkım beni bu gereksiz tartışmanın ortasına attı. Tahammül edemiyorum kandırılmamıza. Adamın gazetecilikle alakası yok. Adam televizyoncu ve değerli bir televizyoncu. Hergün gazetelerde gazeteci olarak gösterilmesini ben kandırmaca olarak görüyorum.

Erdoğan Aktaş: Onu gazeteci olarak sunanların da bir sorumluluğu olmuyor mu? Ben gazeteciyim demiyor ki, gazeteci olarak sunuluyor. Yani o zaman haksızlık oluyor.

Ufuk Güldemir: Bu konuda çok ilginç bir anımı anlatmak isterim. Bunda gazeteci olmayan patronların da çok büyük bir sorumluluğu var. Show TV döneminde Uğur Dündar orada Arena programını yapıyor, programcı. Ben de Show Haber’in genel yayın yönetmeniyim. Uğur Dündar araştırmacı gazeteci olarak o işi yapıyor. Hedeflerinden bir tanesi Halil Bezmen. Halil ve Selma Bezmen, Erol ve İnci Aksoy’un en yakın dostları. Tabii Erol Aksoy televizyoncu ve gazeteci arasındaki farkı bilmediği için, yani bunun benim kadar ayırdında olmadığı için, Uğur Dündar’ı halk gibi o da gazeteci sanıyor. Melih Meriç Bey, Uğur Dündar’ı Habertürk’e alırsa gurur duyarım, Uğur Dündar’ın burada olmasından. Biz Uğur Dündar’ı televizyoncu olarak çalıştırırız. Ama Erol Aksoy bunun ayırdında olmadığı için Uğur Dündar’ı gazetecilik sınırları içinde tutuyor. Sonunda ne oldu, ağlaya ağlaya feda ettiler arkadaşlarını Uğur Dündar’a. İnci Aksoy nasıl ağlıyor biliyor musunuz? Hergün Uğur Dündar, Halil Bezmen’e öyle şeyler söylüyor ki... İnci Aksoy evde, o yalan, bu yalan, biz ne yapacağız, biz bunun içinden nasıl çıkacağız. Bu nasıl olur, Selma ve Halil’e bu nasıl yapılır diye ağlıyor.

Ben de bunların haline gülüyorum. Ben de diyorum ki non-gazeteci bir adama gazetecilik yaptırırsanız böyle kafa göz yarar, işin nüanslarını bilmez, ondan sonra sizin de böyle arkadaşlarınız perişan durumda kalır, sizler de üzülürsünüz. Uğur Dündar televizyonculuk yapmalı. Gazetecilik gazetecilerin işi. Gazeteci ile televizyoncu arasındaki fark nedir biliyor musunuz; bence bizim kalbimiz çalışırken motoru tamir ediyor. Fakat oto tamircisi motoru kapatmak zorunda onu tamir edebilmek için. Gazeteci kalp atarken kalple ilgili haber yapmayı nüanslarıyla bilen insandır.

Bakın ben gazeteciyim size karşı bile nasıl direniyorum, televizyoncu başka gazeteci başka. Çünkü neden? Ben bir nüans adamıyım. Biz Cumhuriyet gazetesi kökenliyiz. Son nefesime kadar kimse bana Uğur Dündar gazetecidir dedirtemez. Gazetece değil ama iyi bir televizyoncu. Hepimizin öğreneceği şeyler var. Yani bu kadar sene gazeteciyim diye idare etti, adama şapka çıkarıyorum. Fakat artık yeter. Birisinin buna kral çıplak demesi gerekiyor. Her zamanki gibi yine ben oldum. Şimdi bakıyorum Uğur Dündar yine o televizyonda. Selma ve Halil Bezmen kiminle arkadaşlık yapıyor biliyor musunuz? Benim çok saygı duyduğum Aydın Bey’in kızlarıyla. Ben bunu yadırgamıyorum. Yanlış olan Uğur Dündar’dı. Yanlış olan Aydın Bey’in kızları değil. Yanlış olan Uğur Dündar’ın gazeteciliğiydi. O istediği kadar şimdi kitaplar yazsın, bugün eğer Selma Bezmen, Aydın Bey’in kızlarıyla arkadaşlık yapıyorsa, Dündar demek ki yanlış yolda.

Neden yaptı bu yanlışı? Çünkü gazateci değildi. Gazeteci başka yaklaşırdı, gazeteci nüanslarıyla yaklaşırdı. Bu adam vatan haini mi, vergi kaçakçısı mı bunları nüanslarıyla koyardı. Dündar’ın farkı ne oldu? Konuyu kişisel aldı. Ne oldu bilmiyorum, Bezmen’lerle husumete dönüştü iş. Ve sonunda işte bu kitaplar çıktı ortaya. Bezmen geldi, kitap yazdı. Şimdi Uğur Dündar’da bir kitap yazmış ona cevap veriyor. Ama iş neticeye bakar. Neticede Orhan Pamuk Nobel aldı. Hepsi bu kadar. Bugün Selma ve Halil Bezmen kiminle görüşüyor ben ona bakarım. Nerde?.. Türkiye’de.. Madem vatan haini neden burada? Erol Aksoy gazetecilik ve televizyonculuğu karıştırdığı için, Uğur Dündar’ın karıştırmasına izin verdiği için, Erol Aksoy gazeteci patron olmadığı için, Uğur Dündar’a böyle yol açtığı için, dostlarını da batıran bir medya patronu konumuna düştü. Çok 'ah' aldı ve Erol Aksoy’un da başına benim hiç arzulamadığım şeyler geldi.

Melih Meriç: Habertürk’ün ilk zamanlarına bir haber yayınlamıştınız. Ben onu hayal meyal hatırlıyorum. Yani o haberin üzerine o da yazılar yazdı galiba. Habertürk’ün başından bu yana ben bunu görüyorum. Ne vardı o zaman?

 

Ufuk Güldemir: Uğur Dündar gidip Halil Bezmen'in Amerika’daki evine girdi ve bir takım ihlallerde bulundu. Ben Amerika’da yıllarca yaşadım, ne ihlal, ne değil çok iyi bilirim ve orada Bezmenler’in yanında çalışan birisiyle Bezmenler’e ait olan arazide  aralarında bir  mücadele geçti. Bu mücadelede Uğur Dündar kendisine bıçak çekildiğini iddia etti.

 

Leyla Umar: Ben oradaydım o sırada Amerikada’ydım. Kapıyı açtı. Bıçak meselesi oldu. Sonra mahkeme açtılar. Mahkemeyi kazandılar. Daha sonra Uğur 70 bin dolar para cezası ödemek zorunda kaldı. Ve Uğur o parayı kendi cebinden ödedi çünkü...

 

Ufuk Güldemir: Mahkemeyi kazanmadı da Bezmenler, galiba Uğur Dündar belirli bir ücret ödeyerek  davadan vazgeçmelerini sağladı. Bezmenler’in değil de Bezmenler’in yanında çalışan kişinin vazgeçmesini sağladı.

 

Leyla Umar: 70 bin doları ödedi ama hiçbir zaman patronuna söylemedi. Çünkü haksızlık olduğunu...

 

Ufuk Güldemir: Biz de neyi yayınladık.. Şunu yayınladık... Bir kaynaktan bu hadisenin kesintisiz hali Habertürk’e ulaştı. Biz de bu kesintisiz halini yayınladık. Çok büyük bir gazetecilik yoktu orada fakat şu vardı; yeni bir medya yaratıyorduk. İlgi çekeceğini düşündük o yüzden bu görüntüleri yayınladık.

 

Ahmet Tan: Tanım ve ölçü koydun gazetecilik açısında abartmamak. Şimdi bu programın genel süresi içinde Uğur Dündar konusunu konuşacak olursak abartmış olacağız. Onun yerine, gerçi çok ilgi çekecek bayram gününde izlenme rekorları kıracağız ama her zaman bir medya patronunu karşısına alıp sorgulama demeyelim de gazetecilik yapma imkanı olmadığına göre, azıcık da ben mesleğime çok sahip çıkamayıp politikaya girdiğim için… Ama politika benim hiçbir zaman gazeteciliğimi engellemedi çünkü gazetecilik bir meslektir, politika bir konumdur bir görevdir.


Reha Muhtar: Gazetecilik mesleğinde yapamıyorum yeter artık dediğin anlar olmuştur. Olmadı mı?

Ufuk Güldemir: Hayır asla olmadı. Cumhuriyet gazetesi o parasızlık halinde bile sahip çıktı. Sadece kızımın dişi kırılmıştı, onu yaptıracak paramız yoktu. O an dedim ki ben ailemi hiçbir zaman paraya muhtaç etmeyeceğim. ABD’de karırı verdim, Türkiye’ye döndük. Ama gazeteci olarak, vazgeçmedim.

Ahmet Tan: 100’ün üzerinde müteahhit var mecliste. Medya bu kadar önemliyse, bu önemli kurumun daha fazla temsil edilmesine layık değil mi? Her kesimden var ama medya’dan kimse yok.

 

Leyla Umar: Burayı açtığında ben çok heyecanlandım. Habertürk’e nasıl başladın? Nasıl cesaret ettin? Habertürk’ün öyküsünü bir anlatırmısın.

 

Ufuk Güldemir: Habertürk’ün öyküsü zorla patron oldum dedim ya onla başladı. Sabah’tan ayrıldığım zaman Hasan Cemal önemli bir gazete için teklifte bulundu ben de “Hasan abi artık bıktım, hem iyi iş yapıp hem de kovulmaktan ben kendi medyamı yaratmak istiyorum” dedim. Tabi internetin yeni bir medya olarak ortaya çıkması çok önemliydi. Bu çok önemli bir rol oynadı. Hakan Aygün, Serfinaz Ergun ve ben Habertürk.com’un adımlarını benim evimin alt katında attık. Habertük.Com’u diğerlerinden ayıran özellik şuydu, ilk kez mesleğin tepelerinden gelmiş insanlar internette bir medya yarattı ve büyük medya havasa Habertürk. Com’un yüzüne hemen yansıdı. Mehmet Barlas bana Habertük.Com küçük olmasına rağmen büyük medya havasında derdi, bu doğaldı, çünkü biz büyük medyadan geliyorduk küçük düşünemiyorduk. Televizyon kurulurken de kriz bizim için bir fırsat yarattı. Bankaların elinde olan televizyonlar çöktü. Eskiden hali vakti yerinde olan gazetecilerin bile satın alamayacağı TV kanalları benim gücümün yeteceği fiyatlara indi. Biz Bankapital’in eski sahipleri Ceylan ailesinden frekanslarını kiralayıp Habertük’ü kurduk ve 1,2 yıl sonra şuan yayın yaptığımız frekansı satın aldık. Arzu ve iradeyle bir fırsat üst üste geldi ve Habertük doğdu.

 

Melih Meriç: Gazete açtınız, olmadı ve bana “gazetesini kapatan ilk kişi ben değilim” dediniz. Anlatır mısınız?

 

Ufuk Güldemir: Gazeteci patronların tutturduğu ve tutturamadığı yayın organları vardır. Biz de internet, radyo ve TV’de başarılı olduk. Gazetemizi kapattık ama bu dönemde gazete 110 bin satıyordu, yanı satıştı başarılıydık gazete satarak kapandı. Sattığı zaman da zarar ediyorduk çünkü matba ve kâğıtta karşılayacağımız kalemler sözkonusuydu. Bu gün olsa başka bir gazete yaparım. Bir Televizyonumuz daha geliyor hazırlığımız var. Benim iki şapkam var; gazeteci, patron. Gazeteci olarak, gazeteye içerik olarak bakıyorum patron olarak da ben bunu nasıl daha iyi satarım diye bakıyorum

 

Melih Meriç: Patron olmak zor mu? Bu 7 yılda aklınızda neler var?

 

Ufuk Güldemir: Patron olmak gazeteci olmaktan zor. Bambaşka bir şapka giyiyorsunuz ben patron olana kadar KDV, SSK bilmezdim. Benim için yeni bir öğrencilik dönemi başladı. Gazetecilik dönemindeki zararlarımızla ve Habertürk’ün ikinci kurtuluş savaşa dediğim dönemde verdiğim mücadele ile patronlukta yeni bir dönem kazandım daha deneyim kazandım.

 

Melih Meriç: Habertürk’ü nasıl tanımlıyorsunuz? Memnunumsunuz?

 

Ufuk Güldemir: Habertürk’ten son 6-7 aydır çok memnunum. Habertük’ün bir eşik çıktığını düşünüyorum. Habertük’teki yöneticilerimle gurur duyuyorum. Geldiği noktanın göğsümü kabarttığını düşünüyorum. Habertürk kazancıyla, ödediği vergilerle örnek bir konuma geldi.

 

Ahmet Tan: Habertürk Türkiye’nin sorunlarına yapacağı katkıda üstüne düşen görevi yapıyor mu? Bir değerlendirme yapar mısın?

 

Ufuk Güldemir: Habertürk bugünkü şartlarda ayrı bir özgürlük adası olduğun düşünüyorum. Ben bir ölçüyü dikkate alıyorum gazetecilik dışında başka bir isimiz yok. Sadece gazetecilikle uğraşmak insana teknik özgürlük veriyor bu daha rahat hareket etmeyi daha bağımsız hareket etmeyi sağlıyor. Habertürk’ü daha özgür, hükümetten daha bağımsız, hükümetle habersel ilişkiler dışında işi olmayan bir medya grubu olarak görüyorum.

 

Ahmet Tan: Öbür medyaların da benzer bir çizgiye gelmesi, madyanın işlevlerini yerine getirmesi ancak böylemi olur? Diğerlerinin de iyi gazetecilik yapması için bu bir şart mıdır? Yoksulların gündemiyle ilgili Türk medyası üstüne düşeni yapıyor mu? Ne söyleyebilir siniz? Dünyanın hiçbir ülkesinde bizdeki kadar borsa yayını yapılmıyor. Makarna, pirinç fiyatlarını görme imkânı yok. Yüzde 99’unun ilgilenmediği bir şeye odaklanılmış. Bu ne kadar gerekli?

 

Ufuk Güldemir: Herkes bizim gibi olursa diğerlerinde farkımız kalmaz. Medya patronluğu olunan değil, öğrenilen bir şey. Bunun terbiyelerinden birisi de yayını profesyonel kişilere bırakmaktır. Ben gazeteci kökenli olduğum için bunda çok başarılı olduğumu söyleyemeyeceğim. Fakat son bir yıldır genel müdürümüz Melih Meriç ve Vahit Alpata’nın ipleri ele almasıyla benim yayına pek müdahalem kalmadı. Gazeteci olarak arkadaşlarım beni yavaş yavaş devre dışı bırakıyor. Borsayı ne kadar verdiklerini ben de sizin kadar merak ediyorum. Habertük’ün son bir yılının muhatabı onlar. Sabah yayınlarımızda borsa verilmiyordu artık veriliyor. Merak ettim ama Melih’e sormadım.

 

Melih Meriç:  Borsa verileri genel ekonomiye ilgili bir hava yansıtır. Siyaset yürürken bir yandan da borsa yürür aslında o makarna fiyatlarının da ileriki dönemlerde ne olacağı hakkında bir fikir verir. Fakat bizim borsa verilecek diye bir şartımız yoktur. O sırada o verilerin verilmesi önemliyse kullanırız. Makarna fiyatları anormal artarsa neden böyle oldu diye de bir yayın yaparız.

 

Taki Doğan: Bazı kavramların isim babasısınız. Bunlardan biri analiz… Yaşasın özgür irade, Beyaz Türkler, Büfeci İslam. Sizin ortaya attığınız kavramlar bazı şeyler sığ kaldığı için sahipleniliyor. Bu biz gazetecilerin bir kabahati miydi? Beyaz Türkler çok iddialıydı bu deyimlerinize bir açıklık getirir misiniz?

 

Ufuk Güldemir: Belki bunlar dış dünya bilgisiyle olabilir, yabancı dil bilgisinin kattığı zenginlikle ilgili olabilir. Belki de karakterler ilgilidir. Beyaz Türkler, Özal’ın cumhurbaşkanlığı dönemindeki tepkilere koyduğum bir tanımdı.

Bugün televizyonlarda AB grubu dediğimiz kitle aslında beyaz Türkiye’yi oluşturuyor. Beyaz Türkiye Özal’ın köşkte olmasını içine sindiremiyordu, onları anlatmak için kullandım.

 

Murat Ongun: Hasan Cemal’le Cumhuriyet arasında Hasan Cemal tabiriyle “vazo kırılması” var. Sizin İlhan Selçuk ve Hasan Cemal’le iyi ilişkileriniz olduğunu biliyorum. Hasan Cemal’in Cumhuriyet’i çok sevmiştim kitabı çıktığında eyvah şimdi kimin tarafını tutacağız diye bir tedirginlik yaşadınız mı?

 

Ufuk Güldemir: Olmadı, çünkü benim esas aşkım Cumhuriyet. Üç beş yıl sonra Hasan Abi’in Cumhuriyet’le iyi ilişkileri olacağına inanıyorum. Ben nasılsa İlhan Abi’den randevu alıp gittiysem, Hasan Abi’nin de bir gün gidip İlhan Abi’den randevu alacağını düşünüyorum. Sonuçta bir tane Cumhuriyet var. Hepimizin yapması gereken Cumhuriyet’e destek vermek bu gazete bizim baba ocağımız. Belli zamanda belli savrulmalar olabilir. Önemli değil bu savrulmalar onarılır, tekrar Cumhuriyet’e destek verilir. Ben Hasan Cemal’in de bu duygularda olduğunu düşünüyorum. En büyük ağabeyler Cumhuriyet’te olduğuna göre dana küçük ağabeylerin gitmesi gerekir.

 

Erdoğan Aktaş: Habertürk’ün yabancı talibi oldu mu? Satmayı düşünür müsünüz?

 

Ufuk Güldemir: Evet oldu. Görüşmeler yaptık, bir tanesiyle de görüşmelerimiz sürüyor. Habertürk’ü satma arayışı içinde değilim ama talip olanlarla da görüşürüm ne önerdiklerine bakarım. Bir medyanın doğumu, olgunluk günleri vardır. Ben burada olduğum sürece Habertük kimliğini koruyacak. Habertük artık büyük bir müessese çok büyük rakamlarla ifade ediliyor. Dolayısıyla Habertürk benim koyduğum prensiplerle yaşayamayabilir. Habertük belki büyüyecek, çocukları alacak belki de evlenecek.

 

Reha Muhtar: Çok fazla polemiğe giren ve çok fazla eleştiri alan bir gazetecisisin? Bunun neden olduğunu düşünüyorsun? En fazla canını acıtan polemik hangisi?

 

Ufuk Güldemir: Üç yaşında iki kardeş babalarını trafik kazasında kaybediyor. Birisi benim, birisi de kardeşim. Böyle yetişen bir insanın zorluklara karşı kavgası bilimsel bir teoridir. Küçük yaşta darbe yemiş insanlar mücadelecidir. Bu bir kere karakterimde var. Mesleki açıdan farklı şeyler yapınca çok rüzgâr aldık. Bu polemik belki bununla ilgilidir. Çok genç yaşta iyi görevlere geldim ve genç yaşta çok para kazandım. Genç yaşta patron oldum ve genç yaşta kanser oldum her şeyi hızlı yaptım bu hız içinde bu kadar polemik olacaktır. Canımı en çok Can Dündar ve Metin Münir’in yazıları acıttı, burada polemik yok onlar yazdı. O’na puşt iksiri içireceğim bunu söyledim ve yapacağım. Can Dündar’ın ne yazmadığın ben biliyorum. Bu iki yazı beni çok yaralardı. Ben Metin Münir’e hem saygı gösterdim hem sahip çıktım. Abartılı bir yazıydı ve abartılı tepki vereceğim.

 

Murat Ongun: Özeleştiri yaptığınızda neleri büyük hata olarak görüyorsunuz? Nerelerde yanlış adımlar attınız?

 

Ufuk Güldemir: Birkaç yıl önce bir meslektaşım anılarını anlatırken bana eşinin montajcı olduğunu ve benim beğenmediğim bir montaj üzerine eşine bağırdığımı ve eşinin idrarını kaçırdığını söyledi. Nasıl üzüldüğümü anlatamam. Böyle şeyleri istemeden yapmış olabilirim. Ben iş merkezli birisiyim, istemeden birilerini kırmış olabilirim. Bunu yaparken bazı duyguları incitmiş olabilirim. Bilmeden yaptım ve çok üzülüyorum.

 

Melih Meriç: Size teşhis konulduğu gün Cumhuriyet’e gittiniz. Cumhuriyet bu kadar mı önemli sizin için?

 

Ufuk Güldemir: Ben Cumhuriyet’te Haberürk’ten daha çok bulundum Cumhuriyet çok önemli.

 

Melih Meriç:  Önünüze çok ciddi bir teşhis geldi ve nasıl tepki vereceğinizi çok kimse merak etti? Siz o gün beni aradınız ve üç tane şey söylediniz. İlkinde İlhan Abi yemeğe gelecek onla ilgili ayarlamaları yapalım, ikincisi bir konuyla ilgili olarak Cumhuriyet’e daha hassas davranmamız, üçüncü olarak bana teşhisi söylediniz. Bunu birinci sıraya koymadınız. Neler yaşadınız?

 

Ufuk Güldemir: İnsan hayatında önemli bir dönüm noktası. O gün başka bir eşiğe çıkılıyor. Bunu da mücadele edilecek bir engel olarak gördüm. Nasılsa hallederim diye düşündüm.

 

Ufuk Güldemir: Gazetecilik hayatımda polemiklerle anılsam dahi perde arkasında yönetici olarak kalmaya özen gösterdim. Genel yayın müdürü olduğum dönemlerde yazı yazmamaya dikkat ettim. Habertürk kurulduğundan beri ilk kez bu ekrandayım

YORUMLAR
 Onay bekleyen yorum yok.
Üye girişi yapmadınız. Misafir olarak yorum ekleyebilirsiniz. Üye olmak için tıklayın.
  Yorumcuların dikkatine…

İmlası çok bozuk,
Büyük harfle yazılan,
Habere değil yorumculara yönelik,
Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan,
Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren,
Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen,

yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR.

Bu haber henüz yorumlanmamış...

KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
CEM UZAN ALTAYLI'YI 400 BİN YTL TAZMİNAT ÖDEMEYE MAHKUM ETTİ
Cem Uzan´a yayın yoluyla hakaret ettiği gerekçesiyle hakkında dava açılan ...
TURKTİME'DAN KAMUOYUNA
(T.ATİLLA) Hiç bir güç odağına dayanmadan objektif yayın yapan Turktime ...
NEWSWEEK TÜRKİYE'DE
Ciner Medya Grubu, haftada 4 milyon adet satan saygın haber dergisi Newsweek'i ...
 
Mehmet Barlas'da Turktime'a konuştu: Dündar ve Güldemir Polemiği Düşünce olarak kalsaydı
(Turktime-Ersin Tokgöz) Emin Çölaşan ve Uğur Dündar’dan sonra Sabah Gazetesi ...
DERGİ DÜNYASI HAREKETLENDİ! NOKTA FİNİŞE KOŞABİLECEK Mİ?
İlk kez 15 Şubat 1982 tarihinde okurlarıyla buluşan ve senelerce gündemin ...
TECAVÜZE UĞRAYAN EVLİ KADIN O ANI ANLATTI
MUAMMER AY SAMSUN - Samsun'da, kendisine tecavüz ettiği için evinde ...
 
HACDA, SARIMSAK VE SOĞAN YEMEYİN, KÜFÜR ETMEYİN
FATİH KEÇE ADANA - Adana'da bu yıl kutsal topraklara gidecek bin 217 ...
SAKATLAR DERNEĞİNİN TARTISI SAKAT ÇIKTI!..
İstanbul'un önemli meydanlarında elektronik tartı makinesi işletmesi yapan ...
MECLİS'TE PEZEVENK SESLERİ!..
CHP Grup Başkanvekili Kemal Anadol'un Kürşat Tüzmen'in gümrüklerde yolsuzluk ...
 
SOSYAL MEDYADA TAKİP ET
FACEBOOK'TA TURKTIME
TWITTER'DA TURKTIME
 
KATEGORİLER
FOTO GALERİ
VİDEO GALERİ
ETİKETLER
  •KÜNYE
  •İLETİŞİM
  •REKLAM
 
 
  •Güncel
  •Siyaset
  •Dünya
  •Medya
  •Magazin
  •Spor
  •Kültür
  •Sağlık
  •Ekonomi
  •Dünya
  •Spor
  •Kültür
  •Ekonomi
  •Sağlık
  •Medya
  •Siyaset
  •Güncel
  •Aktüel
  •Dünya
  •Spor
  •Kültür
  •Ekonomi
  •Sağlık
  •Medya
  •Siyaset
  •Güncel
  •Aktüel
fransa
Euroleague
barcelona
Cüneyt Çakır
Adana Demirspor
ölüm haberi
Brezilya
Murat Yıldırım
Dilma Rousseff