Geçen hafta ele aldığım konuyu, bugün de kısaca devam ederek sonlandırmak istiyorum.. Konumuz 65 yaşından büyüklere yapılan acımasızlıklar, adeta eziyete dönüşmüş olan formalitecilik meselesi idi..
Benim başımdan geçmiş olan olayları, meğer ne kadar çok kimseler yaşamış.. Tanıdığım, tanımadığım kişilerden, dostlardan, okuyuculardan öyle çok mesajlar, telefonlar aldım ki anlatamam..
Bilhassa beni yakından tanıyanlar, bu sütunda anlattıklarıma sabredişime şaşırmışlar.. Çünkü hep bilirler ki, ben bu gibi durumlarda, doktor olsun, noter olsun kimsenin önünde asla eğilmem, onlara; “alın başınıza çalın vereceğiniz o kağıdı!” deyip, çeker giderim.. Yaratılışım bu..
Peki o gün niye katlandım dersiniz.. Bin bir çeşit abuk sabuk sorulara cevap verişim.. Doktorun “ikişer nüsha fotokopi çektir getir!” emrini yerine getirmek üzere dört kat merdivenlerde koşuşturuşum.. Noterin; ”Bu resim altı ayı geçmiş” deyince hemen çevrede fotoğrafçı arayışına çıkışım.. Saatlerce görevinin başına gelecek doktoru bekleyişim..
Kısacası bütün bu saçmalıklara sabırla katlanışım nedendi bilir misiniz?
Kültürümüze hizmet yönündeki bir girişime katkıda bulunmak, dedem Mirza Beyin adının yaşatılmasını sağlamak, hemşehrim olan köylülerimin yararlanacağı bir eserde harcımın bulunması duygusu..
Yoksa herhangi bir maddi çıkarım için benden bu gibi koşuşturmalar istense idi, bir dakika bile sabredemez çeker giderdim.
Bakınız yıllar öncesine ait bir anımı anlatayım size.. Baskı, dizgi, cilt makinaları ile dolu koskoca bir matbaam vardı. O tarihlerde “altın yumurtlayan tavuk” sayılan bir de günlük ekonomi gazetem.. Cağaloğlu’nun merkezinde tıkır tıkır işleyen bu değerli varlıklarımı, sadece ağzımdan çıkan bir sözü yalamamak için yok pahasına satmıştım.. Elime geçen paranın tamamını da matbaa ve gazetede çalışanlara dağıtıp o piyasadan çekilip gitmiştim. O zaman Babıalide hemen herkes, hakkımda “altın yumurtlayan tavuğunu kesti..”, “enayi..” gibisinden laflar etmişti.. Bütün bunları beni tanıyanlar da hatırlarlar..
Neyse şimdi bunlardan söz etmenin yeri ve zamanı değil.. Onun için, geçen hafta başladığım 65 yaş saçmalıkları konusunda bana gelen bazı mesajlara temas ederek meseleyi kapatacağım..
Bir okuyucum, Cumhuriyet Gazetesinde okuduğu bir haberi göndermiş.. Haberde şöyle deniliyor:
“Adıyaman Aile Hekimleri Derneği, notere başvuran 65 yaş ve üzeri herkesten istisnasız “akli meleke raporu” istenmek üzere aile hekimlerine yönlendirilmesinin önüne geçmek amacıyla Cumhuriyet Başsavcılığı’na bildirimde bulunmuş.. Gelen resmi yazıda, Avrupa Temel Haklar Şartnamesi’nin “yaş nedeniyle ayrımcılığı yasaklaması” hükmü de anımsatılmış.
Bunun üzerine Adalet Bakanlığı, 65 yaş ve üzeri yurttaşları küçük düşürücü bir uygulama olan, “noter başvurusunda sağlık raporu zorunluluğunu kaldırmış.” Bakanlık Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü’nün Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdiği yazıya göre, notere başvuran 65 yaş ve üzeri kişilerin sağlık raporu alma zorunluluğu artık yokmuş. Buna göre, 65 yaşını dolduran yurttaşlar, noterdeki iş ve işlemlerini sağlık raporu zorunluluğu olmadan yapabilecekler.”
Cumhuriyet gazetesinde yer alan bu haberi henüz tam araştıramadım, fakat doğruluğuna inandım. Çünkü Cumhuriyet, kolay kolay yanlış ve yalan haber yazmayan gazetelerin başta gelenidir..
Haberden anlaşılıyor ki, uygulama Avrupa Temel Haklar Şartnamesinin, yaş nedeniyle ayrımcılığın yasaklanması hükmüne aykırı imiş ve bunun üzerine Adalet Bakanlığı da 65 yaş ve üzerine vatandaşlardan noter başvurusunda sağlık raporu zorunluluğunu kaldırmış.
Hal böyle iken, bize yapılanlara ne demeli?.. O kadar eziyetlere katlanmış, üstelik bir hukukçu olan kendime, Yuh olsun bana! deyip konuyu sonlandırmalı mıyım?
Yok.. Bir iki satır daha yazmadan susmayacağım..
Noterler, Adalet Bakanlığınca kaldırılmış olan bir zorunluluğun uygulamasını niçin mi devam ettirmekteler? İki kat ücret almak için. Yaşlıları doktora gönderirken verdikleri başvuru belgesi için birinci ücreti alacaklar.. Doktordan alınan rapordan sonra da onun tasdiki için ikinci defa.. İşte bunlardan mahrum kalmamak için vatandaşa böyle davranmaktalar..
Konuya ilişkin bana gelen mesajların pek çoğunda, noterin kendilerinden “aklı başında raporu” istemeden işlemlerini yaptığı da anlatılıyordu..
Mesajlardan bazılarında ise, noterin isteği üzerine gidip kendi aile hekimliğinden beş dakikada aldığı raporla işlemini yaptırdığını ifade edenler de vardı.
Hal böyle olunca, bütün olanlarla ilgili şöyle bir değerlendirme yapılabilir herhalde: Yasal uygulama, yasanın emrine değil, noterin takdirine göre yapılıyor.. Zaten her gün, her yerde, her alandaki bu tür keyfiliklerin öneklerini basında okumuyor muyuz..
Neyse.. İki haftadır, kendi sinirlerimi bozan, sizleri de rahatsız eden bir konu üzerinde durdum.. Fakat artık bunlar da geldi geçti, diyorum..
Onun için şimdi sizleri biraz da güldüreyim.. Konuyu, esprili, gırgırlı bir kaç satırla noktalayayım..
Bilindiği üzere noterlik de, hakimlik, savcılık, avukatlık gibi bir kamu görevidir. Noter olabilmek için de Hukuk Fakültesi diploması ve stajı gerekir. Tanıdığım, hatta arkadaşım ve akrabam olan pek çok noter var. Bunların çoğu İstanbul’da değiller..
Yakın akrabam olan şu sıra Anadolu çalışan bir noter, önce avukatlık yapmıştı. Sonra noter oldu.. Kendisine hangi mesleği daha çok sevdiğini sorduğumda bana şöyle demişti: “Noterliği tabii ki..”
Ve izah etmişti.. “Noterlik, hakimliğe, savcılığa, avukatlığa hiç benzemiyor, sabah erkenden işe gelmem de gerekmiyor.. Dairemde de fazla yorulmuyorum.. Başkatibe imza yetkisi verdin mi iş bitiyor. Yani Yalçın abi; Noter kelimesini: senin telaffuz ettiğin gibi (Noo).. (ter).. (Yani; tersiz.. Terlemeden çalışma) şeklinde de söylemekte haklıymışsın..”
Tabii bunlar espri idi.. Her meslekte böyle şeyler olabilir.. Ama bunlar mesleğin saygınlığını asla bozamaz.. O zaman gülüşmüştük.. Onun için anlattım.