Dışişleri Bakanı Davutoğlu TBMM’de yaptığı bilgilendirme konuşmasında Suriye meselesinin 3 açıdan değerlendirilebileceği mesajını verdi;
1-Temel amacımız insanlık vicdanı ve evrensel değerler ile ulusal çıkarlarımız arasında optimum dengeye dayalı politikamızı sürdürmek,
2-Türkiye’nin etrafında bir barış, istikrar, güvenlik ve refah kuşağı oluşturmak,
3-Suriye meselesinin bölgesel sahiplenme ve uluslararası meşruiyet zemininde ele alınmasını sağlamak.
Bunlar soyut ve hiçbir anlamı olmayan açıklamalardı. Bakan, muhalefet tarafından sıkıştırılınca, özellikle “stratejik derinlik” ve “komşularla sıfır sorun” başlıkları ile vurulunca ikinci kez kürsüye geldiğinde “Sıfır sorun daha önceydi. Şimdi bölge yeniden dizayn ediliyor. Bizim de buna uygun hareket etmemiz gerekiyor” deyiverdi.
Çok dramatik bir andı. Bakan ve dış politikamız adına gerçekten üzüntü duydum. Aslında Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun istifa etmesi gerekiyordu. Çünkü, Ermenistan açılımı, İsrail genel politikası ve özellikle Mavi Marmara skandalı, Kıbrıs, Doğu Akdeniz, AB, Irak, İran, Libya ve son olarak ta Suriye politikaları iflas etmişti. Dışişlerinin tek bir başarılı addedilen politikası yoktu. İktidara en yakın yazarlar dahi dış politikamızı eleştiriyorlardı. Gerçekten Bakanının istifası ülke ve kendisi için hayırlı olacaktı ama iktidar o noktada değildi.
Türkiye için soğuk savaş döneminde dış politika hiçte zor değildi. NATO içersinde yer alan bir Türkiye için dost ülkeler de düşman ülkelere de belliydi. Türkiye, NATO’da alınan kararları uygulamakta ve halka anlatmakta pek zorlanılmıyordu.
Sovyetlerin dağılmasından sonra durum değişti. Tek kutuplu dünyada oyunun kuralları da farklılaştı. NATO’da farklı roller aldı. Dengeler farklılaştı. ABD, artık NATO’yu eskisi kadar rahat yönlendiremiyor, özellikle Avrupa’dan gelen ve ‘konu ittifakla ilgili değil ABD ile ilgili’ itirazları Libya ve Kürecik örneğinde olduğu gibi Türk politikacıları da sıkıntıya sokuyor…
Zamanımızda uluslararası düzenin özellikle geleceğini hedefleyen müthiş bir güç mücadelesi var. Bu mücadele ABD, Rusya, Çin, Almanya, Fransa gibi ülkeler ve bunların destek verdiği ülkeler arasında gerçekleşiyor. Ancak hiçbir ülke mücadele dışında kalamıyor. Taraflar, soğuk savaş döneminde olduğu gibi net tavırlı değiller. Çıkarları ve dolayısı ile yönleri sürekli değişiyor. Mücadele enerji kaynakları, teknolojileri, yolları konusu önde olmak üzere gerçekleşiyor görünmesine rağmen ileri teknoloji yarışı ve maden sahalarına yönelik yarış da nefes kesiyor.
Türkiye güç mücadelesinde ABD yanında yer alıyor. Kendine ait bir oyunu yok… O nedenle özellikle son dönemde taşeron görüntüsü çok belirgin olmaya başladı.
Bir milletvekili Türkiye’nin bu durumunu eleştirirken, “Amerikan atına binip Osmanlı kılıcı sallarsanız, ganimet sizin olmaz” diye özetledi.
Parmakla çağrılma fasıllarını da geçelim, Türk dış politikası, milli olması gereken bir konu ama hiç bu kadar farklı düşündüğümüz bir dönem yaşamamıştık galiba…