Atatürk dönemindeki ALİ SAİP URSAVAŞ Davası ile ERGENEKON
ve BALYOZ gibi Davalar Arasında bir Karşılaştırma..
28 Eylül 2015
Son günlerde bu sütunda, Yunan, Bulgar, Ermeni, Kürt, Arap v.b. terör örgütlerinin, tarihteki ve günümüzdeki düşmanlık ve hainliklerinden söz ediyorum. Şimdi özellikle güney bölgelerimizde PKK ve IŞİD militanlarının mel’anetleri iyice azgınlaşmış durumda.. Pek tabii ülkemizin getirildiği bu noktadaki baş sorumlu, izledikleri siyasi çıkar amaçlı politikalar sebebiyle başımızdaki AKP iktidarıdır.
Bugünkü yazımda, güneydoğu meselelerinin çağrışımları yüzünden kafamda canlanan tarihsel bir olaydan söz edeceğim. Milli Mücadele’de Urfa’nın Fransızlardan kurtarılması sırasında kahramanlıklar gösteren Ali Saip Ursavaş davasından.. Bu dava ile, günümüzdeki Ergenekon ve Balyoz gibi yargılamalar arasında bir karşılaştırma yapmak istiyorum..
Hani geçen hafta biri Kandil’deki hain, diğeri G. Antep kahramanı olan Karayılan isimli iki Kürt’ten söz etmiştim.. Kandil’deki katil Murat Karayılan ile Gaziantep’i Fransızlardan kurtaran kahraman Molla Mehmet Karayılan’dan.. Gaziantep, ismi bana kahraman Karayılan’ı çağrıştırınca, komşu il Urfa’da kahramanlık destanları yazan, Fransız Ordusunu ülkemizden kovan Urfa mebusu Ali Saip Ursavaş’ı anmadan geçemezdim..
Zaten ben Ali Saip Bey’i pek çok vesilelerle sık sık hatırlarım.. Şimdilerde siyasi iktidarın Türk Ordusunu pasifleştirme, komutanlarını suçlayıp Ergenekon, Balyoz gibi davalarla yargılattırıp hapse attırma gibi uygulamaları son bulmuyor ki.. Teröre karşı operasyon yapma yetkilerinin komutanların ellerinden alınıp valilere verilmesi dolasiyle Ordu konusu her gün zaten gündemde.. Şanlı Ordumuzun Genel Kurmay Başkanı, yüzlerce yüksek rütbeli subayı, generaller, amiraller, halkın oylarıyla oluşan milli iradenin temsilcisi olan milletvekilleri, Üniversite profesörleri, gazeteciler, bilim adamları, parti başkanları, Balyoz, Ergenekon gibi davalarda ağırlaştırılmış müebbetlik, müebbetlik veya onlarca yıl hapislik suçlarla suçlanarak hapislere atılmışlardı.. Bu değerli kişiler, yürütme organının yargıya müdaheleleri, iddianameleri hazırlayan savcıların, görevli hakimlerin, keyfe göre değiştirtilmeleri yüzünden, pek çoğu da suçlarının ne olduğunu bile öğrenemeden yıllarca hapislerde yatırıldılar.. Bazıları yurt dışına kaçtılar.. Yıllar sonra 274 sanıklı davadan tahliyeler oldu, sonunda da pek çoğu berat ettiler, böylelikle senelerce çektikleri de adeta yanlarına kar kalmış oldu..
İşte bu kanunsuzlukların sürüp durduğu günlerde ben, sürekli Ali Saip Beyi hatırlamıştım. Şimdi kısaca o kahramandan söz edeceğim..
Ali Saip Ursavaş Milli Mücadele döneminde, Urfa Bölgesi Kuvva-yı Milliye Komutanı olan, Milli aşireti Kürt isyanını bastıran, Fransızların güney doğu Anadolu topraklarımızdan atılmasında kahramanlıklar gösteren, Ordumuzun değerli bir komutanı ve TBMM’nde Urfa milletvekili idi.. O’na Ursavaş soyadını da Atatürk vermişti.
Daha sonraki yıllarda ise, 1935’te Atatürk’e suikast davasının sanıkları arasında yer aldı. Hakkında yapılan suçlama, suikast planladıkları iddia edilen kişileri çiftliğinde saklamak, böylece suça yardım ve yataklık yapmaktı. Evet, yıl 1935.. Atatürk’ün tek adam, CHP’nin tek Parti olduğu dönem yani..
Bu olayı Hikmet Bayur, “Atatürkten Anılar” isimli kitabında ayrıntılı olarak anlatır. Olayı kısaca şöyle özetleyebiliriz:
“Kurtuluş Savaşında Urfa bölgesinde önemli hizmetler yapan Ali Saip Ursavaş’ın Suriye sınırına yakın bir çiftliği vardı. 1935 yılında, haber alma örgütleri o çiftliğe Suriye’den bir takım kuşkulu kimselerin gelip gittiğini ve bunların arasında Atatürk’e suikast yapmak istediklerinden kuşkulanılanların da bulunduğunu ihbar ettiler..(Biliyorsunuz ayni Suriye sınırı bugün ise tam bir yol geçen hanına döndürülmüş durumda!..)
O zaman, işin bir kaçakçılık sorunu olabileceği olasılığı üzerinde de durulmaktaydı..
Atatürk de haritalar üzerinde bölgeyi incelemiş.. Ursavaş’ı da çağırıp sorgulayıp bilgi almış.. Ursavaş, gelip gidenlerin iş gereği geldiklerini, kaçakçılık ve suikastle ilgili bir şey olmadığını söylemişti..
Bu konuda görevlendirilen savcı, Meclis’ten Ursavaş’ın dokunulmazlığının kaldırılmasını istedi. Meclisteki müzakere ve sorgulamalar sonunda, suçlanan Ali Saip Bey’in dokunulmazlığı kaldırıldı. Urfa milletvekili olan Ali Saip Ursavaş, gidip mahkemede savunmasını yaptı. Yapılan sorgulama ve yargılama sonunda suçsuz görülerek hakkında beraat kararı verildi.. Bu sonuç karşısında Atatürk’ün tek sözü; “Böyle bir davanın soruşturması bir çocuk savcının eline mi bırakılırdı?” demekten ibaret olmuştu. Yani Atatürk adaletin işine asla karışmamıştı..
Evet şimdi dönelim bugünlere.. Yani zamanın Başbakanı, bugünün Cumhurbaşkanı olan Tayyip Erdoğan’lı günlere ve Erdoğan’ın; “ben o davanın savcısıyım..” dediği olaylara..
Başbakanın bu sözü sarfettiği günlerde manzaramız şöyle idi:
Ülkenin özellikle doğu bölgelerinde Atatürk’ün ve kurduğu Cumhuriyetimizin simgesi TC’nin bütün değerleri, ilkeleri, bayrağımız, anıtlarımız ayaklar altına alınmıştı.. Okullardan milli andımız kaldırılmış, Atamıza küstahça diktatör damgası vurulmaya kalkışılmıştı.. Demokrasinin ve milli devletin bütün ilkeleri ihlal edilmiş, ayaklar altında çiğnenmişti..
Yargıya, yürütmeye her türlü müdaheleler sürmekteydi. Başbakan; “Ben Ergenekon ve Balyoz davalarının savcısıyım..” deniliyor, yargıya müdahelede bulunuluyordu. Yukarıda gördüğünüz üzere Atatürk ise, kendisi ile ilgili bir davada bile savcının işine karışmamıştı.. Oysa CHP’nin tek başına iktidar olduğu o dönemde istese yargıya istediği kararı aldırtabilirdi. Ama asla böyle bir şey yapmadı. Şimdi, bir Atatürk’e diktatör demeye kalkışıldığı bugünlerin rezaletlerine, bir de o günkü mahkemenin özgürce verdiği karara bakıp yorumlayınız..
Ve bugün “parti devleti” ne dönüştürdükleri devleti yönetenlere şu soruyu da sorunuz:
“Meclisteki 17 ve 25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk suçlamaları için adalet mekanizması zamanında niçin çalıştırılmadı? Suçlananlar hakkında Meclise gelen dosyalar niçin Atatürk zamanındaki gibi özgürce müzakere edilmedi? Ali Saip Bey davasında olduğu gibi onların da dokunulmazlıkları Meclis tarafından kaldırılabilir ve o şahıslar da eğer suçsuzsalar, yargı önünde savunmalarını yaparlar ve Ali Saip Bey gibi berat edip aklanamazlar mıydı?..”
Devletimiz eğer parti devleti değil, gerçek bir hukuk devleti ise bunun yolu budur.
Bu arada yazıma son noktayı koymadan, Türk Ordusuna yapılan şu hukuksuzlukları da hatırlamalıyız diyorum: Hani 2009 yılında eski Başbakan yardımcısı Bülent Arınç’a suikast yapılacağı şeklinde iddialar ortaya atılmış.. Soruşturma sırasında Genel Kurmay’a, Özel Harp dairesinin kozmik odalarına girilmiş, gizli belgeler açılmış, haftalarca araştırmalar yapılmış, subaylar “kağıdı yuttu” falan denilmişti.. Acaba o takipler ne oldu?
Bunları da ilerleyen zaman içinde kurcalayıp, gündeme getiririz..
(*) Atatürke Diktatöre Diyenin/Yalçın Toker sa. 62 ve Milli Mücadelede İç İsyanlar/Yalçın Toker /Toker Yayınları Kitap: tokeryayinlari.com Tel 05353199349. e-Kitap: [email protected]
www.ttnetkitap.com/yayinevi/detay/yayinevi/447