Benim bu sütunumun adı; “Tarihsel Çağrışımlar”dır.. Ama bu ismi, sütun başlığı olarak kullanmıyorum.. Bunu sadece ben bilirim ve yakın çevrem bilir.. Dikkat ettiyseniz bütün yazılarımda, güncel konuları işlerken, ele aldığım konunun, tarihimizden bana çağrıştırdığı benzerlerini de bulur, anlatırım, karşılaştırmalar yaparım.. Böyle yapmayı çok severim..
Mesela eski bir MHP’li olarak, siyasetine, fikirlerine, hareketlerine karşı çıktığım Devlet Bahçeli’yi tenkit ederken, Türkeş’li günlerimi hatırlamayı, o dönemdeki benzeri olayları anımsatarak, Bahçeli’yi öyle tenkit etmeyi, Türkçülüğümüzün mimarlarından Nihal Atsız’ın sözlerine vurgu yapmayı çok severim.. Eğer eski yazılarıma göz atarsanız bunların pek çok örneklerini görürsünüz.
Son seçimden önceki sürede, başımızdaki AKP iktidarının iç ve dış politikada sürdürdüğü partizanlıkları, ekonomi, milli eğitim ve her alandaki yanlışları gördükçe, “bunları ilerde ele alacağım” diyerek ertelemiştim.. İşte bunları ele almanın sırası geldi..
O olaylara geçmeden önce şu tespitimi de sunayım: O zaman Parlamenter sistem yürürlükte idi, uygulanan ise fiilen Başkanlık sistemi idi.. O zaman da insanlarımızın en az dörtte üçü ekonomik güçlükler, geçim bunalımları içinde adeta sürünüyordu, bugün de durum aynı, hatta daha da feci..
O zaman “Tayyip Bey ne derse olurdu” bugün de öyle olmakta.. Bu milletin milyonlarca çocuğu Milli Eğitim sisteminin esiri dururunda.. Dolar ve euronun oyuncağı durumundaki ekonomimiz yerlerde sürünüyor.. Tayyip Bey, resmen Başkan seçildiği zaman, dolar ve eurodaki fiat uçuşları üzerine demişti ki; “Dolar ve faiz kısa sürede düşecek. Birileri bu işi tırmandırmaya çalışsa da düştüğünü göreceksiniz. Berat Albayrak Bey’in bu işi derleyip toparlayacağına güveniyorum..”
Breh breh breh.. Damadı Berat’ı Türk ekonomisinin, Türk maliyesinin başına oturttu ya.. Her şey hallolacakmış artık.. Laf böyle ama, gerçek tam tersi.. Dolar, Euro, faiz, fiat sıçramasında görmediği rekorları kırdı..
Neyse.. Bugünkü konum dolar, faiz falan değil.. Milli eğitimdeki partizanlıklar.. Malum, çok yerde heykelleri indirilen, saldırılara uğrayan Atatürk’ün ismi eğitimde de pek az anılmaz oldu.. Milli Andımız ortadan kaldırıldı, her sabah “varlığım Türk varlığına armağan olsun” diye haykırarak okullarına giren Türk çocuklarının bu nidası susturuldu.. Üniversitelere de el atıldı. Kuruluşu taa İstanbul’un fethine kadar uzanan İstanbul Üniversitesinden Cerrahpaşa Tıp Fakültesi koparıldı. Fakültenin dekanı ve bütün doktor adayı talebeleri bu uygulamaya karşı çıktılar.. Sonra da bu demokratik ve haklı karşı çıkışlarının cezası, kendilerine ödetildi..
Seçimden önce CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce Fakülteyi ziyaret etti diye, Dekan Prof. Dr. Alaaddin Duran’ı görevden aldılar.. Sebep, onun bu davranışı ile siyasete bulaşmış olmasıymış.. Peki dekanınki siyasi de, Rektör’ün, AKP Cumhurbaşkanı adayı Tayyip Erdoğan’ın toplantılarına katılması siyasi değil miydi?
Neyse bunu da geçeyim.. Cerrahpaşa’dan söz edeyim.. Bilindiği üzere, Cerrahpaşa İstanbul’un önemli semtlerinden biridir.. Semte ismini veren kişiler, Cerrah Mehmet Paşa ve Tanzimat devrinin önemli hekimlerinden Keçecizade Fuad Paşa'dır.
Ben, ne zaman Cerrahpaşa’dan söz edilse, İttihat ve Terakki'nin “kara kutusu” olarak tanınan, zamanın İaşe Nazırı «Kara Kemal» ‘i hatırlarım.. Cerrahpaşa, belki bin kişide bir kişiye bile Kara Kemal’i çağrıştırmaz ama, ne yapayım ben böyleyim.. Hemen bana Kara Kemal’i çağrıştırır Cerrahpaşa..
Eğer sizlerden de “kimmiş bu Kara Kemal?” diye merak edenleriniz varsa, ünlü yazar Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’nun KOMİTACILAR (*) isimli kitabından alıntılar yaparak o kişiyi anlatayım(**):
“İzmir'de «Gazi» için hazırlanan suikastın memleketi nefretle sarstığı günlerde idi. Yakalanan çetenin elebaşlarından olmakla itham edilen eski vali Abdülkadir ve «Kemal Bey (Kara Kemal)» kaçmışlardı. Polis ve herkes işini gücünü bırakmış, bunların peşlerine düşmüştü.
Bütün millet bir sürek avına çıkmış gibiydi. Her taraf didik didik ediliyor, fakat iki kaçak bulunamıyordu.
Nihayet bir gün, Kara Kemal'in izi bulundu. Cerrahpaşa civarında bir evde gizlendiği sezilmişti. Üç otomobil dolusu polisle birlikte o eve dalan tek gazeteci ben oldum. Polisler önce evin ikinci katına çıktılar... Kısa bir araştırmadan sonra aşağı indiler. Bulamamışlardı.
Hepsi birden bahçeye fırlayınca ben üst kata çıktım. Merdiven tarafı camekanlı dar bir sofada, üstü kırmızı püsküllü Makedonya battaniyesi ile örtülü bir sedir gördüm. Sedirin üstünde de biri açık, biri kapalı iki kitap.. Bunlar, İkinci Abdülhamid'in saltanat devrinden bahseden bir eserin iki cildi idi.
Kırmızı Makedonya battaniyesi üzerinde İttihatçı komitacıların da Ermeni komitacılarına uyarak Kızıl Sultan dedikleri Cennetmekân!
Bu sırada genzimi iyi söndürülmemiş bir sigaranın dumanı gıcıkladı.. Bu duman, Şam işi sedefli küçük masadaki bir sigara tablasından çıkıyordu. Tıka basa «Birinci nevi» izmaritleriyle dolu bir tabla! Belliydi ki, bir adam, az önce bu sedir üzerine yaslanmış bu sigarayı tellendirerek bu kitabı okuyordu.
Ve gelenlerin gürültüsünü duyunca sigarayı tablaya bastırıp fırlamış, gitmişti. Nereye gidebilirdi? Her halde bir yere saklanmış olacaktı.
Bu kişi ya Kara Kemal ise? Ya birdenbire çıkıverirse?
Sırtımdan buz gibi ter boşandı. Kendini korumak isteyen bir idam mahkûmu her şeyi yapabilirdi... Polislerin bahçeye çıktıklarını gördüğüm için yalnız kalmamak kaygısı ile hemen bahçeye bakan pencerelerden birine koştum.
Burası bir bahçe değil, bir viranelikti. Kümesi arayan polislerden ürken tavuklarla kazlar bağrışıyorlardı. Bahçenin tam ortasında komiser muavini ile bir polis, tabancaları ellerinde etrafı kolluyorlardı.
Bu sırada kulağıma bir tıkırtı geldi. Kafamı pencereden uzatıp eğilince, bir hayli çökmüş olan eski binanın mutfağından bahçeye çıkmak için yapılmış üç basamaklı bir merdivende bir adamın çömelmiş olduğunu gördüm:
Başında kirli bir takke, sırtında dilimli bir hırka, elinde de kocaman bir tabanca...
— Aaaa!
Deyiverdim ürkerek.
Bahçedeki polisler de, takkeli adam da başlarını bana çevirdiler... Adamın beni görmesiyle gözlerini tekrar polislere dikişi arasında bir saniye bile geçmedi. O anda komiser muavini de adamı görmüştü. Fakat aksi tesadüf! Ya telâşından, ya da korkusundan tabancası elinden düşüverdi. Takkeli gevrek gevrek güldü. Eğer o anda tetiğe bassaydı komiser muavinini yere serebilirdi. Fakat öldürmek istemedi komiseri...
Yıldırım süratiyle tabancasını kendi alnına dayadı, tetiğe bastı:
— Çat!
Ve öldü. Kara Kemal beyefendi intihar etmişti...
(*) Sultan 2. Abdülhamid ve Osmanlı İmparatorluğundaki Son KOMİTACILAR/Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu.. Toker Yayınları.www.tokeryayinlari.com Tel: 0535 3199349 ve [email protected]
(**) İttihatçı ve Nazi Çılgınlıkları/Yalçın Toker.. Toker Yayınları sa. 356. www.tokeryayinlari. com Tel: 0535 3199349 ve [email protected]