Gün başına birden fazla manşetin düştüğü dönemlerden geçiyoruz.
Abdullah Gül’ün partiye dönüşü üzerine yapılan tartışma devam ederken, Hakan Fidan’ın MİT’e dönüşüne kilitlendik.
Önce Gül…
Abdullah Gül’ün partiye geri dönüşü konusunda bazı tereddütleri olduğu anlaşılıyor.
Şartlar nedir, süreç nasıl gelişir bilemem ama Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın, Gül’ün bu tereddütlerini gidermek için harekete geçeceğini düşünüyorum.
Gül; Genel Başkanlık, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı dönemlerinde nüans farklılıklarını koruyan bir devlet adamıydı.
Müstakil bir karakteri oldu.
Zaman zaman farklı düşünseler bile, Erdoğan’la çözülmez bir dostlukları var.
Başbakan Davutoğlu’nu siyasete sokan yine Gül oldu.
Dolayısı ile Erdoğan, Gül ve Davutoğlu arasında bir kan davası beklemek hayalcilik olur.
Abdullah bey hatasız bir Cumhurbaşkanı değildi ama hatalarımızın çetelesini tutmak yerine, güzelliklere odaklanma refleksimizi geliştirmeliyiz.
Günler ağır, yıllar çabuk geçiyor.
Bir bakmışız, biz yokuz!
Mezarında dua bekleyenler de, geçmişte başkalarına dua eden insanlar değiller miydi?
Hakan Fidan meselesine gelince…
Bir çok insan gibi heveslenerek, siyaset yapmak istedi ama ‘abi’ olarak gördüğü Erdoğan’ı ikna edemeyince yeniden görevine döndü.
Hatırı, makamın üstünde tuttu.
Neticede tatlıya bağlanmış bir süreç var.
Fidan bir bürokrat olmasına rağmen, bir çok siyasetçinin göze alamadığı riskleri göğüsleyen bir bürokrasi geçmişine sahip, en önemli devlet memuru.
Elbette Fidan’ın da eleştirilmeye layık yönleri olabilir ama Türkiye Cumhuriyeti’nin yurt dışındaki operasyon gücünü arttıran bir Müsteşar olduğunu da unutmamalıyız.
MİT’in patronu, İsrail’in ölümle tehdit ettiği ilk bürokrat olarak tarihe geçti.
Milli İstihbaratın başındaki ismi daha fazla hırpalamadan artık gündemden düşürmeliyiz.
Hakan Fidan’a yönelik eleştirilerin, İsrail’in faşist kanadının fena halde işine yaradığı açık değil mi?